Maalesef bir “Ahmet Altan sorunumuz” oldu...
Kim bilir, bu yazıdan sonra da kifayetsizin biri çıkar, “Başbakanı eleştiren yazarları eleştiren yazarlar” diye aklınca mizah yapar.
Bu komik şeyi bekletelim azıcık...
Evet, Ahmet Altan’ı eleştiren yazılar yazdım ama mahut “kifayetsiz” gibi, Ahmet Altan eleştirilerine asla babasını (Çetin Altan’ı), babasının geçmiş darbelerdeki tavrını, kardeşinin özel hallerini, kızını, oğlunu, çocuklarına atfedilen cürümleri karıştırmadım...
Bir tek şey söyledim:
Eleştir ama küfretme.
Bunu da saygı çerçevesinde, Ahmet Altan’a hakkını teslim ederek, çoğunlukla “sitayişkâr ifadeler” kullanarak söyledim... Yani, bugün kendisini Ahmet Altan savunusuna adamış “kifayetsiz” gibi terbiyesizleşmedim, belden aşağı çalışmadım.
Karşılığında aldığım cevap, hep, “Başbakanın yazarları, ne olacak!” oldu ama bunun tolere edilebilir bir “tepki ifadesi” olduğunu düşündüm... Çünkü, her şeye rağmen abimizdi. Severdi de, döverdi de, muhatap almaya değer görürde de, görmezdi de... Hatta, tepkisini kronikleştirirdi de... Canı sağ olsundu.
Fakat, bu demek değil ki, bundan sonra da, kendisine ilişkin hayal kırıklığımı dile getirmeyeceğim.
Ne yazık ki, Ahmet Altan sorunumuz “artarak” devam ediyor.
Kardeşi Mehmet Altan İkinci Cumhuriyet fikriyatını “cami ile kışla” arasında kaybetti. Yazık etti. Artık anakronik bile sayılmayacak bu kavramlaştırmayla Türkiye’yi okumaya çalışıyor. Okuyamıyor...
Kendisi ise, bugün sadece bir “laikçi şakası” sayılabilecek “Operada mescit mi, aman Allah’ım” tepkisiyle, kırk yılda biriktirdiklerini bir kalemde çarçur etti.
Mescit, evet...
İcabında operada da mescit...
Bu niçin Ahmet Altan’ın tüylerini diken diken ediyor?
Kaldı ki, “Operada mescit mi, aman allah’ım” tepkisine yol açan kanun taslağı, “Gazino, düğün salonu gibi eğlence yapılarında, sinema, tiyatro, opera, müze, kütüphane, konferans salonu gibi kültürel binalarda, eğitim, sağlık ve kamu hizmeti binalarında, liman, gar, terminal gibi ulaşım yapı ve tesislerinde, otel ve yurt binalarında çalışanların ve müşterilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması amacı ile kreş, ibadet alanı ve oyun alanı yapılmasını” öngörüyor... Yani, abimizin, bir laikçi kurnazlığıyla çarpıttığı gibi, “tüm opera binaları ibadethanelerle donatılsın” denmiyor.
Hem, nedir bu sınıfsal aşağılamalar?
Don Giovanni operasını izleyen bir insan dindar olamaz mı? Ya da dindarlar arasında, Don Giovanni operasını izleyecek yetkinlikte kişiler bulunamaz mı?
Bu üstün sanatı izleme ayrıcalığı Ahmet Altan gibilere mi ait?
Hadi diyelim ki dindarlar kalın kafalıdır; operadan, tiyatrodan, müzikten anlamazlar.
Peki, zikredilen merkezlerin hizmetlileri ve çalışanları olamaz mı? Işıkçısı, kostümcüsü, müstahdemi, temizlik görevlisi filan?
Bunlar ibadete ihtiyaç duyamaz mı?
Bu mudur “demokrasi hocamız” Ahmet Altan’ın varacağı nokta?
İşin bir de “mekân bilgisi” boyutu var ama Kürtlerle Müslümanları karşıtlık ilişkisi içinde düşünen ve bu hem ayıp hem haksız kavramlaştırmaya dayalı yazılar yazan Ahmet Altan’dan “cami” ile “mescit” arasındaki farkı çözmesini bekleyemeyiz.
Şimdi ben bunları yazdım diye, “Başbakanı eleştiren yazarları eleştiren yazar” mı oldum?
Bu iddiadaki kifayetsizin derhal iddiasını kanıtlaması, Ahmet Altan’ın hangi “Başbakan eleştirisini” eleştirdiğimi “örnekleriyle” açıklaması gerekiyor. Azıcık şerefi varsa, bunu yapar.
HAMİŞ:
Eskiden bu türden yazıları, Emin Çölaşan ya da Fatih Altaylı gibiler için yazardık... Ne tuhaf!
(Star gazetesinden alınmıştır)