TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Başbakan’dan korkmadığını açıklayınca, vaktiyle iki cümlesinden biri “Utan Başbakan” olan “birisi” ses verdi:
Boyner böyle konuşmak zorundaymış.
Hiç “korkuyorum” deyip kendisini ve kurumunu zor durumda bırakır mıymış?
Boyner’e değil, Boyner’in yalan söylemek zorunda kaldığını bile bile susanlara ve ortada bir “korkma-korkutma” durumu yokmuş gibi davrananlara kızmak lazımmış.
Bu “birisi”, fırsat düşürdükçe, siyasi iktidarın askerden daha ceberut, daha baskıcı, daha faşist, farklı seslere daha tahammülsüz, daha tiran, daha kıyıcı olduğunu yazıyor.
Böyle yazması istendiği için yazıyor.
Üstelik, yazdıklarını “yalanlarla” örüyor ama kendisine bir şey olmuyor.
Muhaliflerini korkutarak iktidarını sürdüren Başbakan, “Alın kalemi şu adamın elinden” demiyor.
Bakın ben de Murat Belge gibi “birisi” dedim. Değer skalasında uygun bir yer edinebilir miyim?
Daha yazacaklarım var ama burada kesiyorum.
Kendilerini “liberal” olarak yutturan eşhasın zavallı ve komik hallerini deşifre etmekten yoruldum. Üstelik yemediğim küfür, hatırı sorulmadık tarafım kalmadı.
Kaç gündür kızların, oğulların, taraftarların ve “müridan”ın ağır hakaretleri altında yaşıyorum. Enerjim tükendi.
Bundan sonrasını Rota Haber yazarı Meryem Gayberi’ye bırakıyorum.
Mahut “korkma-korkutma” hadisesiyle ilgili söyleyecekleri var.
Buyurun (özetleyerek aktarıyorum):
Sizin de bildiğiniz gibi gazeteciler ve yazarlarla sık sık tartışıyor Başbakan. Bazı gazeteciler bunu “basın özgürlüğüne müdahale” olarak yorumluyor.
Başbakan ısrarla “eleştiri ayrı şeydir, hakaret ve iftira ayrı şey” diyerek sık sık medyaya kızsa da, muhalif medya en sert şekilde Başbakan’ı eleştirmeyi sürdürüyor.
Cumhuriyet, Gözcü, Yurt, Taraf, Aydınlık, Radikal, Vatan, Milli Gazete, Yeniçağ, Özgür Gündem, Ortadoğu vs. gibi gazeteler aklıma ilk gelenler. Buna Doğan Medya Grubu’nun gazete ve televizyonlarını da ekleyebilirsiniz.
Hepsi de kendi zaviyesinden rahatça, hatta “fazla rahatça” iktidar eleştirisi yapıyor, hükümeti yerden yere vuran haberler ve köşe yazıları yayınlıyor.
Buna rağmen, 28 Şubat sürecindeki basının durumuyla bugünü kıyaslayanlar, hatta bugünkü durumun “daha kötü” olduğunu söyleyenler bile çıkıyor.
Yılmaz Özdil ve Melih Aşık gibi açıktan, Özkök gibi “derin”den muhalefet eden yazarların yazdıklarını, 28 Şubat sürecinde askerlere karşı hangi yiğit kaleme alabiliyordu?
28 Şubat’ta tamamının tirajı bugünkü Sözcü kadar bile etmeyen İslamcı medyadan başka, askere karşı sesini yükselten yoktu.
Medyanın kendi içindeki lobicilik, klikleşme, ayak kaydırma, çekememezlik gibi etkenlerden kaynaklanan “yazar işten çıkarmaları” bile siyasi iktidara fatura ediyorlar.
Daha geçenlerde sosyal medyada ve yazılı basında, Can Ataklı’nın da, N. Mert, R. Çakır, E. Temelkuran, B. Coşkun, E. Çölaşan ve S. Akinan gibi sırf hükümet muhalifi olduğu için gazetesinden kovulduğu yönünde dedikodular yayıldı.
Dedikodu diyorum, çünkü daha sonra bizzat Can Ataklı, Hadi Özışık’a şöyle konuştu: “Baskı olsa konuşurum, ifşa ederim. Ama olmayan baskıyı üretip, işi farklı boyutlara çekmek isteyenler var. Ne bileyim, patronu etkilemek veya bir başka şey. Bana yapılan herhangi bir baskı falan yok. Özellikle iktidar kanadından...”
Medyadaki ayak oyunlarını ne de güzel tarif etmiş Ataklı, “Olmayan baskıyı üretip işi farklı boyutlara çekmek isteyenler var” diyerek.
İktidarı destekleyen kesime sürekli, “Yeter be, sıktı sizin bu mağduriyet edebiyatınız, ezik zenci muhabbetiniz” diyenlere sesleniyorum:
Biz de sizin “iktidar mağduruyuz”, “Başbakan sürekli bizi fırçalıyor”, “işten atılma korkusu yaşıyoruz” tarzı ağlaşmalarınızdan sıkıldık.
(Star gazetesinden alınmıştır)