CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün attığı tweetleri okuyor musunuz?
Okuyun...
Nefret suçu, küfür, hakaret, aşağılama, hedef gösterme...
Ne ararsan var.
Bildik siyasetçi tavrını (üslubunu) zorlayan, epey zorlayan ve peşinen kızıştırmayı, “tahrik etmeyi”, yaralamayı, aşağılamayı, hır çıkarmayı, çarşı karıştırmayı şiar edinmiş bir dil...
Bu “dil”le nasıl baş edilir, bilmem...
Neredeyse iki satırda bir “faşist”, “diktatör”, “yobaz...”
Hakaretlerinden aslan payını, bu ülkenin seçimle gelmiş, seçimle gidecek Başbakanı alıyor tabii... Ve “saygın milletvekili”, nefret dolu bir dille, saldırdıkça saldırıyor.
Bu dille baş edecek bir “karşı dil” henüz icat edilmedi.
En doğrusu, değerli milletvekili Hüseyin Aygün’ü kendi kendisiyle ve dinmeyen nefretiyle baş başa bırakmak...
Fakat bir dakika...
Hüseyin Aygün, “hedef” bellediği kişiye (“devrilirim” korkusuyla bilmem kaç bin kişilik “koruma ordusuyla” dolaşıyormuş, mitingine gelenlere 100 TL dağıtıyormuş, polislerine “katliam emri” veriyormuş, vs...) bol keseden “faşist diktatör” yaftasını yapıştıracak ama biz “Bir dakika Hüseyin Bey! Faşizm nedir? Diktatör kimdir?” diye sormayacağız...
Öyle mi?
Soralım o halde saygın parlamenter Hüseyin Aygün’e:
Recep Tayyip Erdoğan “faşist diktatör”se, kendi halkını katleden Beşar Esad nedir?
Niçin Beşar’la ilgili bir cümleni duymadık?
Beşar hangi seçimle geldi?
Hangi seçimle gitmeyi taahhüt etti? Ve niçin gitmemek için kan döküyor?
Eli kanlı katil Hafız Esad’ın sülbünden gelmek dışında, özelliği nedir?
İdris-i Bitlisi’nin oğlunun “saçmalamalarına” dayanarak, “Yavuz Sultan Selim’in 40 bin Alevi’yi katlettiğini” söylüyorsun. “Cellat” diye eklemeyi de ihmal etmiyorsun tabii...
Bilmem kaç yüzyıl öncesine “şakıyarak” gidiyorsun da, Dersim’e uğramayı niçin düşünmüyorsun?
Hangi konsorsiyum, hangi kararla Alevileri Dersim’de mağaralarda kıstırıp öldürdü?
Seyit Rıza hangi “yöneticilerin” gözleri önünde darağacına yollandı?
Milletvekili seçildin... Niçin TBMM’de takipçisi olmuyorsun?
Milletvekilliği teklifi aldığında, halaoğlu Kılıçdaroğlu’na, “Ben sosyalistim. Dersim üzerine çalışmalarımla tanınıyorum. Başınıza dert açmayayım sonra” demiştin.
Karşılığında da, “Biz seni olduğun gibi kabul ediyoruz” cevabını almıştın.
Olduğun gibi kabul edildin.
Parlamentoya girdin.
Dersim araştırmalarını niçin ilerletmiyorsun?
Niçin Dersim’de dahli olan partinin (CHP’nin) başına dert açmayı düşünmüyorsun?
Halaoğlu Kılıçdaroğlu, “Dersim’de yaşananları devrimin tarihsel meşruiyeti içinde doğal karşılamalıyız” demişti.
Sence de doğal mı karşılanmalıdır?
Mevzu “devrim”se, ölenler teferruat mıdır?
Niçin tavana bakıyorsun?
Niçin celadetini kuşanıp, halaoğluna, “Olur mu öyle şey? Alevilerin yüzüne nasıl bakacaksın?” diye ufak yollu bir serzenişte bulunmuyorsun?
Bir hışımla kalkıp, Dersim’e ve Seyit Rıza’ya “iade-i itibar” istemiştin?
Niçin önergeni geri çektin?
Tunceli isminin “Dersim” olarak değiştirilmesi için yasa telifi hazırlamıştın.
Niçin takipçisi olmadın?
Halaoğlu Kılıçdaroğlu’nun başına dert açmamak için mi?
Devletin “Dersim ayıbı”ndan dolayı özür dileyen Başbakan Erdoğan’a “faşist diktatör” diye saydırıyorsun.
Peki, bu ayıbı işleyenleri hangi sıfatla anacaksın?
Erdoğan seçimle geldi... Marifetli çıkarsanız (yani halkı samimiyetinize inandırırsanız) seçimle gidecek.
Seçimle gitmemek için türlü “ayak oyunlarına” başvuran, seçimle gelme ihtimali azalınca da “darbe cuntalarıyla” iş tutan rahmetli iki numaralı genel başkanınızı nasıl adlandıracaksın?
Diktatör diyebilecek misin?
Diyemeyeceksin...
Bunu diyemeyeceksen sus... Ya da edebini takın!
(Star Gazetesi)