İngiltere'de, Türkiye ve Kıbrıs’tan 1960 ve 70’lerde bu ülkeye gelen ilk göçmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Toplumun arşivini toparlamak için acil ve ciddi çaba göstermek gerekir.
Çocuklarım okula giderken tek kaygım bu ülkede çocuklar adına yapmam gerekip de farkında olmadığım fırsatları kaçırmaktı. Belki de göçmenlik kaygısı işte. Öyle ya “hay huy” derken kaçan fırsatın arkasından yakınmanın, bir tarih sonrasında “şimdiki aklım olsaydı” diye dövünmenin, “Keşke” muhabbeti yapmanın zararı çocuklaraydı.
Bu işin bireysel psikolojik yanı hani. Bir de bizim toplumu ilgilendiren makro sosyal yanı var ki, biraz muhatap bulmakta zorluk çekiyorum doğrusu. Örneğin İngiltere 2000’lere doğru vazgeçtiği tekstil sektörünün emek ucuz bölgelere taşınmasının yolunu açtığında… En büyük darbeyi bu söktörde yoğunlaşan bizim toplum yemişti. O dönemde faaliyet gösteren Türk Tekstil İşverenleri Derneği’ne göre 1.500’e yakın atölyede çoğu bizim toplum üyesi 100 binden fazla işçi çalışıyordu. Tekstil sektörünün dondurma misali erimesiyle büyük bir işsizlik başladı. İşsizlerin bir kısmı çok da iyi İngilizce gerektirmeyen yiyecek içecek sektöründe kendisine iş yaratsa da çoğu kendi kaderiyle başbaşa bırakıldı. Çalıştığı dönemde belli bir tüketim alışkanlığına ulaşmış çoğu tekstil işçilerinin uzun dönem işsizliği bazı sosyal sorunları da doğurdu. Ailelerde yoksulluk arttı. İşçi çocuklarında çeteleşme, intihar ve uyuşturucu ilintili suçlarda patlama yaşandı.
Bunlar sadece bir gazetecinin gözlemleri dostlar. Bilimsel olarak “Öyle olunca böyle oldu” demek için ciddi bir sosyolojik araştırma gerekir. Bence bizim toplum ilk treni o zaman kaçırdı. Toplumda faaliyet gösteren kurumlar mışıl mışıl uyumayıp refleks gösterseydi toplumdaki sıkıntılar daha kolay atlatılırdı gibime geliyor. “Nasıl refleks gösterilecekti kardeşim?” dediğinizi duyar gibiyim. Tekstilde patronlar kendilerine emek ucuz ülke aramaya koyulduklarında, toplumdaki bütün dernek ve kurum temsilcileri hatta başkonsolosluk çalışma ataşesi hükümetin kapısına dayanıp, “Tekstilde olası işsizlere iş yaratılmadan, atölyelerin kapanmasını önleyin! Bir plan yapın, strateji geliştirin!” diye kazan kaldırması gerekirdi. “Beceremediler” diyemeyeceğim, akıllarına gelmedi bile. Bu tren kaçınca da bedeli büyük oldu…
Şimdi bir başka tren daha kaçmak üzere… Türkiye ve Kıbrıs’tan 1960 ve 70’lerde bu ülkeye gelen ilk göçmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Toplumun arşivini toparlamak için acil ve ciddi çaba göstermek gerekir. Bu konuda çok yazıp çizdim ama kimsecikler üzerine vazife edinmiyor dostlar. O yıllardan 2010’lara kadar fotoğraf çekip toplumun görsel arşivini yapanlardan Kıbrıslı Salih Adalıer ve Özden Ediz artık aramızda yok fakat geride bıraktıkları fotoğraflar kurtarılmayı bekliyor. Ayrıca Kıbrıs Türk Cemiyeti’nin (KTC) bir depoya kaldırılan arşivi rutubet ve zamana karşı direniyor. 1951’de kurulan ve salgından hemen önce de dağılan KTC’nin paha biçilmez toplum arşivi ne yazık ki yağmalanmıştı. Geriye kalan arşiv de, KKTC’deki Evkaf’ın (Mal Müdürlüğü) KTC’nin Oxford Street’deki binasını tahliye etmesi sırasında Kıbrıslı bir işadamının “heder” olmasın diye işyeri deposuna kaldırılmıştı.
Bu konuda da “tren kaçıyor!” diyorum çünkü o fotoğraflar kimyasal olduğu için rutubetten etkilenir, birbirlerine kolayca yapışıp tahrip olur. Zamanla renkleri solabilir. Hepsi bir yana o fotoğrafların kimliğini saptayacak yani gazetecilikteki “5N, 1K” bilgilerini altyazı olarak yazabilecek yaşlılarımızın sayısı çok azaldı. Altyazısız bir fotoğraf ne yazık ki çöptür. “Gelin” diyorum bu treni kaçırmayalım. Toplumun yazılı ve görsel tarihine katkımız olsun, kurtaralım bu tarihimizi. Sesim belki muhataplarına ulaşmıyor olabilir ama siz bu yazıyı okuduysanız benim gibi kaygı duyup feveran edin. Kim bilir belki sesimizi birbirine ularsak daha gür çıkar.
Ayrıca “Çekirdek toplum”u oluşturan ve sayısı her geçen gün azalan ilk göçmenlerle sözsel tarih çalışması yapılması gerekiyor. Bu konudaki çalışmalar var ama ciddi bir bütçeyle daha sistematik ve kapsayıcı bir proje üretilmeli. Bir diğer kaçırılmaması gereken tren de budur dostlar. Bu treni kaçırmamak için de acele etmeliyiz. Bu trenleri kaçırmazsak içinde yaşadığımız ülkede asimilasyon yerine doğru entegre olma yollarını da tartışırız duruma gelebileceğiz.
“Kaçmak üzereyken yakalanan tren yok mu?” diye sorarsanız “Olmaz mı? Var” dostlar. 1985’te şimdi aramızda olmayan Eğitim Uzmanı Kelami Dedezade’nin de aralarında bulunduğu öğretmenlerin büyük katkılarıyla Türkçe okullara girdi. ilkokullarda Türkçe, ortaokullarda GCSE ve A Level’de Türkçe resmen verilmeye başlandı. Anadili Türkçe olan lise öğrencilerinin Türkçe A Level’dan aldıkları yüksek puanlarla üniversite şanslarını artırması toplum adına kazanımdı. Türkçe sınavlarını hazırlayan ilgili kurum OCR 2015’te Türkçe GCSE ve A Level derslerini kaldırmak isteyince başta toplumdaki eğitim kurumu Konsorsiyum ve biz gazeteciler sert tepki gösterdik. OCR geri adım attı ve kazanımlarımızı koruduk, kısaca treni kaçırtmadık!
Trenlere bakanlardan olmamak için hadi iş başına diyorum dostlar. İnanın zamanımız yok!