Dediler ki, “Fatih Altaylı delikanlı adamdır, doğrucudur, kıvırtmaz, bir haksızlıkla karşılaştığında hemen tepki verir, sonunun ne olacağını düşünmez, hesapçı değildir...”
Hafif “Polat Alemdar kokusu” almadım değil ama bildiğim tanıdığım Fatih Altaylı bu profile pek uymuyor.
Hayır, tersi niteliklere sahip bulunduğunu söylemeye çalışmıyorum.
Delikanlı olmasına delikanlıdır da, öyle haksızlıkla karşılaştığında sonunun ne olacağını düşünmeden şallak mallak dalan bir yiğit de değildir.
Pek çok haksızlıkla karşılaştı, sustu...
Hatta, “haksızlığı” icra edenlerin işini kolaylaştıracak yazılar yazdı, radyo ve televizyon programları yaptı.
Haksızlığın bir parçası oldu yani...
Hatırlatmayı zül addederim ama başörtülülere yönelik haksız öfkesi ve galiz küfürleri hâlâ hafızalardadır...
Mahkemeye verildi, suçlu bulundu, tazminat cezasına çarptırıldı, filan...
Eren Keskin ve Gülay Göktürk’e ne demiş bulunduğunu da hatırlatmayayım, ayıp olur...
Hayır, Fatih Altaylı’ya değil, bu iki hanımefendiye ayıp olur...
Kötü, çok kötü şeyler söyledi.
İlginçtir, söyledikleriyle belli çevrelerin takdirini ve teveccühünü kazandı.
Bazılarının gözünde de “delikanlılığını” pekiştirdi...
Böyle şeyler yazıyorum ama zannetmeyin ki Fatih Altaylı’yla bir meselem var ve onu kafamda bir problematiğe dönüştürmüş durumdayım.
Demeçlerine bayılmam. Yazdıklarını çoğu zaman okumam. “Bugün ne söylemiş?” diye merak etmem.
Bakış açımın dışındadır ve tamamen “nötr” bir alandadır. Problem etmeyeceğim kadar uzağımdadır yani.
Gerçi kendisi hakkımda iyi şeyler düşünüyor, “yazdıklarımın yüzde 99’una katılmasa da” söylediklerimi “önemli ve kayda değer” buluyor, yeri geldiğinde “delikanlıdır, şöyledir böyledir” gibilerden taltif cümleleri sıralıyor, eksik olmasın, ama ben aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.
Fakat, yine de “tok sesli” bir tarafı var.
Bunu bazen “fırsata” dönüştürüyor, üçüncü şahıslarda “mert biriymiş” izlenimi bırakmak istiyor ama olmuyor. Hort zort konuşan herkesi “mertlik” skalası içinde değerlendiremeyiz.
Bu uzun girizgâh ne için?
Şunun için:
Fatih Altaylı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel için, “Al o kilimi...” diye bir yazı yazmış, noktalı yerleri bizim doldurmamızı istemişti...
Ben de şunu söylemiştim: “Neden celadetinizi, öfkenizi, küfürlerinizi siyasetin emrine girmiş generallere yöneltiyorsunuz? Doğan Güreş’e etek giydirmiştiniz mesela... Bir de “Tak Şak Paşa” diye aşağılamıştınız. Darbeye kalkışmayan Yaşar Büyükanıt ve Hilmi Özkök’ü neredeyse maskaraya çevirmiştiniz. Rüştü Erdelhun’u asacaktınız da, asamadınız. Alttan gelecek tazyikten korktunuz. Kilim alan generale karşı bu kadar celilsiniz de, rüşvet alan ve sırasında hepinizi hizaya sokup ‘Al o kalemi...’ diyen darbeci generallerin karşısında neden süt dökmüş kedi gibisiniz?”
Fatih Altaylı buna bozulmuş. Kimseye Tak Şak Paşa demediğini; tam aksine, askerlerin yürütmenin ve hatta yasamanın emrine uymak zorunda olduklarını düşündüğünü söylüyor.
Olabilir...
Sen bir genellemenin kurbanı oldun Fatihçiğim.
Rüştü Erdelhun’u da sen derdest etmemiştin elbette.
Hatta o sırada ananın karnında bile değildin.
Bazı meslektaşlarımız, darbe yapmayan generallere karşı kıyıcı bir dil kullanmayı alışkanlık haline getirdiler. Bunu ifade ettim...
Sen de bu “genellemeden” payına düşeni aldın.
Hepsi bu...
Fakat, merak ettiğim iki husus var...
BİR: “Tam aksine, askerlerin yürütmenin ve hatta yasamanın emrine uymak zorunda olduklarını düşündüm hep” diyorsun. Ne zaman böyle düşündün? Düşündüysen, bunu neden bizden gizledin? 28 Şubat sürecinde farklı şeyler düşündüğünü hatırlıyorum. Yanlış mı hatırlıyorum yoksa?
İKİ: “Siz anlarsınız” diyorsun ama ben anlayamadım. Necdet Özel, o kilimi alıp ne yapsın? Nereye sersin?
(Star gazetesinden alınmıştır)