Noel ışıklarından başınız döndüyse ve biraz da üşüdüyseniz 1880’li yıllarda bir rehabilitasyon hastanesinde ve sarı boyalı bir evde olanları görmeye ne dersiniz?

Londra’ya Amsterdam, Vaşington, Şikoko, Kaliforniya, Boston, Filadelfia, Roma, Indianapolis, New York, Minneapolis, Kansas, Gothenburg, Zürih, Atina, Oslo, Münih, Bremen, Otterlo, Mexico,Essen, Los Angeles,Tokyo, Houston gelmiş.

Bu kadar çok sayıda şehir bir sergiye katlıda bulunduysa gitmek de gerekir bu kısa ve soğuk kış günlerinde.

Van Gogh; ‘Poets ve Lovers’ sergisi orijinal adıyla Ulusal Galeri’de…tablolarıyla son bir kaç haftası.

Çarpıcı eserleri gelmiş ve Ulusal Galeri’nin 100 yıl önce satın aldığı Sandalye ve ‘Ayçiçeği’ eserleriyle buluşma ayarlanmış gibi…100. yıl dönümünde.

Sergi hem çok sayıda eseri bir araya getirdi ve hem de değişik müzelere gidince kaçırılabilecek diğer bazı kıymetli parçaları sergileniyor. Hepsinin bir arada olması inanılmaz bir bütünlük...

Londra Vincent van Gogh’un kendi hayatında önemli bir yer tutuyor. Sanat eseri simsarı olarak çalıştığı firma onu Londra'ya gönderince daha sonraki yaşamında ve sanatında etkisi olacak tecrübeler edindi. Süre kısa gibi dursa da Londra'ya yerleşecek, aşık olacak, reddedilecek kadar uzun ve tabi Ulusal Galeri başta olmak üzere diğer nadide Londra müzelerini gezip sanat algısını oluşturacak kadar da uzundur.

Ünlü İngiliz ressam Turner'ın Ulusal Galeri'de 1826 yılında yaptığı Mısır Tarlası isimli resminden esinlendiği ve daha sonra Kargaların uçtuğu Buğday Tarlası resmini yaptığı da biliniyor.

Zaten ne zaman Londra adı geçse, eline Londra ile ilgili bir sanat eseri alsa ondaki olumlu etkisi ve hatıraları kendisini mutlu edermiş. Lakin Londra da ona vefalı davranıp Stockwell’de yaşadığı evi Mavi Plaka ile onurlandırdı.

Vincent van Gogh 1888 yılında Fransa'ya gidince orada geçirdiği iki yıl boyunca Arles ve Saint-Remy-de-Provence’te insanlar ve parkları resmetmesi sıra dışı ve yenilikçi kabul edilir. Bu etkiyi sergide sessizce hissedersiniz, bu yıllardan ve hislerden getirilen eserlerin yoğunluğuna bakınca.

Onun için ‘berrak bir bakış ve düşünce ile hırslı bir entelektüel sanatçı’ tanımlaması yapıldı.

Hastaneye yatırıldıktan sonraki ilk eserine ayıracağınız bir kaç dakika orada yaptığı diğer resimleri ile ruh halinin nasıl değiştiğini anlarsınız, resimleri buna yardımcı olacaktır. 

Ayrıca daha az ünlü kendi portresinde iyileştiği Ağustos 1989 yılında yeni uyanduğu bir sabah, zayıf ve renksiz bir yüz, sarı saçları ve onunla kontrast oluşturan arka mavı fon ki odasının duvarı da mavidir ve bu sarı mavi uyumunu sergide iyice hissedeceksiniz.

Sarı şapkalı çiftçi portresi de bir o kadar dikkat çekici ve etkileyicidir. Kendisi arka dondaki koyu maviyi sonsuzluk olarak tanımlamış. Alevli turuncu ile parlak altın rengi tonlarının beraber kullanılmasını da hasat zamanının sıcağı, alevi ve ateşi ile ilişkisi olarak algılanır.

Elbette sanat eserlerini yorumlayanların görüşleri de öne çıkıyor ama o en büyük destekçisi kardesi Theo’ya 650 civarında mektup yazıp duygularını ve yaptığı resimlerin onda yarattığı etkiyi açıklayan ifadeler kullanıyordu, zorluğunu ve aldığı hazzı da anlatıyordu.

Simsiyah saçlı Arles kadınlarının portreleri de bir o kadar ilginçtir ve şahıs koleksiyonunda olduğu için ancak bu şekilde bir sergi kapsamında görülebilirler. Oturur pozisyondaki kadının önündeki iki kitaba da yakından bakınca biri Charles Dickens’ın Noel Hikayeleri anlattığı eseri ve diğeri de Harriet Beecher Stowe’un Tom Amcanın Kulübesi isimli eserdir ki van Gogh’un en sevdiği kitaplar olarak bilinirler. Londra günleri onda hep kalıcı olmuş.

Zaten ‘bir kitapçı dükkanına girince dünyada güzel şeylerin de olduğu hissine kapılıyor insan…’ diyerek de okumayı, mektup yazmayı sevdiği anlaşılıyor. 

Ya çizdiği manzaralar?

Kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda ‘kan ve ter içinde’ çizdiğini ama sonuçtan da memnun kaldığını bildiriyor. 

Manzaralar, dağlar, zeytinlikler, dev gövdeli ağaçlar…’kalemimle yaptığım en iyi şey’ dedi.

Kalın çizgiler, koyduğu noktalar, girdaplar ve kendinden emin dokunuşlar…

Yıldızların aydınlattığı bir geceyi gaz lambası yardımıyla Rhone Nehri’ne karşı resmetmesi bir o kadar mahirine elbette.

Sanatındaki mahirliği ile idealize edilmiş bir dünya yaratma arzusuyla bir yandan kalın, katmanlı, boğumlu, ağır, bir yandan da renkli, hafif ve göğe doğru yükselen resimler bu sergide şahane hissediliyor.

Bence çok şahsi bir tarzı var, ben bu kadar fazla sayıda eserini bir yerde görmemiştim ve güzelliklerinin sırrına eremedim demeliyim.