Siyasetçilerin yine, tümüyle bulanık sularda mücadele ettiği günleri yaşıyoruz…

İçerde olsun dışarda olsun, neyi nasıl anlayacağız veya neyi nasıl karşılayacağız?...

İşin gerçeği, inanın ben de bilemiyorum… Benim de kafam biraz karışık!...

Fakat siz, sorulacak onca soru varken; bana, “ortalığı bulandıran hangi siyasetçi” diye soru sormaya kalkacaksanız lütfen bu yazıyı okumayın!...

Çünkü sizin derdiniz başka, benim gibilerin derdi başka!...

Biz iç siyasete oy devşirme davası peşinde değiliz…

Biz sadece, devletin ve milletin hayrına sonuç verecek olan işlerin takipçisiyiz…

Görmek isteyen için, suyu bulandıranlar belli zaten!...

Kafanızı dışarı çıkarıp, o sularda balık avlayanlara şöyle bir bakın!...

Suni krizler yaratıp daha sonra bu krizleri kendisi için fırsata dönüştüren kim?

Savaşmadan, bir tane bile mermi atmadan toprak işgal eden hangi ülke?

PKK ve yandaşlarına “uydu” bir devlet kurdurmak için zemin hazırlayan hangi devlet?

Olup bitenleri; “Suriye’de Pentagon’un silahlandırdığı milisler, CIA’nın silahlandırdığı milislerle savaşıyor” diye manşet yapan Los Angeles Times Gazetesi bile ortadayken, suyu bulandıranın kim olduğunu görmemek, suyu daha da bulandırmaktan başka bir şey değildir!...

Suriye operasyonları öncesinde, Devlet Bahçeli’nin yaptığı “Öcalan” çıkışı elbette kafamızı karıştırdı…

O bulanık suyun içinde, bunun “vatana-millete” ne fayda sağlayacağını görmek epeyce zordu çünkü!..

MHP’yi iç siyaset açısından büyük bir sıkıntıya sokan bu çağrı, “Esad rejiminin” ortadan kaldırılması ve yeni Suriye haritalarının etrafta paylaşılmasıyla birlikte nihayet anlam kazanmaya başladı…

Ülkenin Suriye’ye kalan toprakları kadar, PKK’nın kontrolüne terk edilen toprakları bir tek benim mi dikkatimi çekiyor?...

İsrail’in kendi yüzölçümünden daha büyük bir alanı tek kurşun sıkmadan işgal etmesi niçin “bizim dışımızdaki Dünya” için bir sorun teşkil etmiyor?

1999’da ABD’nin emriyle Suriye rejimi tarafından Türkiye’ye teslim edilen ve yaklaşık 30 bin insanın ölümünden sorumlu tutulan Abdullah Öcalan’ın savcıya sorduğu ilk soru, “beni idam ederler mi?” olmuştu…

Onun Mahkemede yaptığı savunmasında; “Başlangıçta Bağımsız Kürdistan gibi bir kavramımız vardı… Bu doğrudur ancak değişen süreç içerisinde, müstakil Kürt Devleti kurmak değil de, Kürtlerin de Cumhuriyet’in kuruluşu içinde yer almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içinde birleşilmesi sonucuna vardık” dediğini de biliyoruz…

Sular azıcık da olsa durulduğunda, Bahçeli’nin çağrısının temelinde ne tür taşlar olduğu daha net görülebiliyor…

Yakalanmasıyla ilgili olarak, zamanın Başbakanı Ecevit, “Amerika onu neden bize teslim etti, bilmiyorum” açıklamasında bulunmuş; kendisi de Savcı Talat Şalk’ın “nasıl yakalandın?” sorusuna, “inanın ben de anlamadım” cevabını vermişti…

Daha ilk sorgusunda dış güçler tarafından kullanıldığını ve sonra kirli bir mendil gibi çöpe atıldığını fark eden Öcalan’ın bölge insanına etki gücünü Türkiye’nin lehine kullandırmak, yeni Suriye haritasının çizildiği şu günlerde çok önemli olmaz mıydı?

ABD’nin bölgede “DAEŞ tehlikesi” gibi suni gerekçeler yaratarak, PKK yandaşı örgütlere alan açmasına ve tekrar orada  yargıç” rolüne soyunmasına rıza mı göstereceğiz?

ABD’ye, İsrail’e veya Rusya’ya “helal” kıldığımızı, kendimize “haram” kılmaya devam mı edeceğiz?

Onlar amaçlarına ulaşmak için legal/illegal her türlü oyunu kuracak, biz de seyredeceğiz öyle mi?

Evet, siyasetin zemini oldukça kirli ve bulanık şimdi…

Ya oturup birilerinin durulamasını bekleyeceğiz…

Ya da durumdan vazife çıkararak, kendimiz durulayıp temizleyeceğiz…

Formaların çamura bulandığı, kalelerin birbirine karıştığı bir sahada gol atmaya çalışmanın kime ne faydası olacak ki?

Bölgenin geleceği için kendi kurduğu mahkemede, tek başına hem davacı hem de yargıç olmaya çalışan ve hatta mübaşirliği dahi kimseye vermeyen ABD’ye eyvallah mı diyeceğiz?

Tanzimat şairi Ziya Paşa’nın isyan ettiği noktadayız artık:

Kâdı ola davacı ve muhzır dahî şâhid,

Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet?

Adalet ve eşitlik, zayıflar için bir tutku, güçlüler içinse yalnızca angaryadır” diyor Aristo…

O yüzden, ABD ve İsrail’den adil davranış beklemenin, çakal sürüsünden merhamet beklemekten bir farkı yok…

Sınırlarımızı bizim için bir bataklığa çevirmelerine izin veremeyiz…

Etrafımızda olup bitenlere karşı kayıtsız kalamayız…

Ötesinden-berisinden “tarafı” olduğumuz her davada mutlaka güçlü bir şekilde pozisyon almak durumundayız…

Naçizane tekrar uyarıyorum:

Güttüğünüz “iç siyasetbulanık su avcılarının yemi olmasın… Türkiye’nin gücünü de, gardını da düşürmesin…