Bir “genelge”yle başlayan uygulama, bir genelgeyle değiştiriliyor.
Bu “Atatürk düşmanlığı” değildir, “vatan hainliği” değildir, “gizli şeriat programını hayata geçirme denemesi” değildir.
Bayramlarımızı “bayram” tanımına uygun kutlayalım, “militarist gösterilere” dönüştürmeyelim...
Neresi kötü?
Hayır, anlatamazsınız.
Bütün “kaleleri” zaptedilen arkadaşlar, “son kale” olarak gördükleri bayram kutlamalarının değiştirilmiş olmasına içerliyorlar.
Hem içerliyorlar, hem geleneksel “kışkırtıcılık görevini” yerine getiriyorlar.
Demek ki hükümet, parlamento, Çankaya ve yargı, klasik “sahiplik” uyarınca, bir tek dünya görüşünün, bir tek “ideolojik” düşüncenin (yani CHP’nin) “hâkimiyet alanı” içinde olacak, başka renkler görüntüyü bulandırmayacak.
Demek ki, CHP nasıl formatladıysa, öyle devam edecek.
Demek ki, “katı, kaynaşmış, sınıfsız ve içinde farklı renkler barındırmayan kitle” gerçekliğinin dışına çıkılmayacak ve Recep Peker kalıplarına harfiyen uyulacak.
Bunun adı da “çağdaşlık, ilericilik, Atatürkçülük” olacak.
Hayır, CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu yazısı yazmayacağım.
Kızıyorlar...
Muhalefete muhalefet etmekle suçluyorlar.
Bir güçlükten, “ifade ve meram güçlüğünden” söz etmek istiyorum.
Ne yaparsanız yapın, derdinizi anlatamıyorsunuz... Yeni söyleme biçimleri de icat etseniz, uzaydan duyulmamış sözcükler de getirseniz, ortalama zekâ düzeyine hitap eder gibi “tane tane” de anlatsanız, mesajınızı iletemiyorsunuz.
Söyledikleriniz, karşınızdakinin “anlama kapasitesine” çarpıyor, kırılıyor, ve başka bir şeye dönüşerek size geri dönüyor.
Karşınızdakinin anladığı kadarsınız.
Faraza, geçen hafta Nedim ve Ahmet’le ilgili düşüncelerimi yazdım...
Tutuklu yargılanmamaları ve hemen salıverilmeleri gerektiğini savundum.
Çünkü, bu iki arkadaşımızın (buna Mustafa Balbay’ı da dahil edebiliriz) nevi şahsına münhasır “gazetecilikleri”, bence tutuklu yargılamayı gerektirmiyor.
Peki, tutuklandılar diye, bu “gazetecilikleri” eleştirmeyecek miyiz?
Daha önce de sormuştum...
Tekrarlıyorum:
Devletin derinliklerinde “manipülasyon yapmak” gazetecilik midir?
Karşıtlıklar ve tersleşmeler yaratmak yahut “kurumsal düşmanlıklara” zemin hazırlamak gazetecilik midir?
Bir kesimin inanç ve değer tercihlerini yargılamak, bu yargılama çerçevesinde ideolojik gruplara alan açmak gazetecilik midir?
Bu soruları sordum diye, ne “iktidar yalakalığım” kaldı, ne “cemaat muhipliğim”, ne “vatan hainliğim”, ne “Cumhuriyet düşmanlığım...”
Bir sol gazete de, sorduğum soruları, “karalama kampanyası” için fırsata çevirdi.
Bu “sol gazete”ye soruyorum:
Bence hemen salıverilmesi ve “yasama faaliyetine” katılması gereken Mustafa Balbay hangi kitabından yahut düşüncesinden dolayı içeride?
Darbecilerle teşrik-i mesai halinde yakalanmak, ne zamandan beri düşünce suçu sayılır oldu?
Balbay mahut günlüğünde kimlerle (hangi general ve amirallerle) temas kurduğunu, “hangi şartlarda gelmelerinin daha uygun olacağını”, ne tür bir koordinasyon faaliyeti içinde bulunduğunu anlatıyordu tatlı tatlı ya da acı acı...
Bunu ahlaklı bir tutum, masum bir gazetecilik faaliyeti mi saymalı?
Önce cevabınızı görelim...
İşin “sivil vesayet” boyutunu sonra konuşuruz...