Ulusalcı cenah, yakın zamana kadar Başbakan Erdoğan’dan “imam” diye söz ederdi...
Burada, sadece İmam Hatipliliğe vurgu yoktu...
Bir “istiskal” ve “aşağılama” çabası da vardı...
Liyakati ne olursa olsun, hangi başarıdan gelirse gelsin, hangi tecrübeyi temellük ederse etsin, değil mi ki hayatının bir dönemini “İmam Hatip Lisesi öğrencisi” olarak geçirmiş, kafadan suçlu ve mücrimdir...
Hemen hepimizin kulağında, “Bizi bir imam mı yönetecek? Mustafa Kemal yetiş, neredesin!” sözü yankılanmaktadır.
Kimi bürokrat atamalarında da bu patolojik itirazla hep karşılaştık...
Falanca kurum bir imama teslim edilmiş...
Bilmem ne bakanlığının uzman kadrosuna şu kadar imam atanmış...
Belediye Meclisini imamlar ele geçirmiş...
Liyakat ve yeterlilik değil, “İmam Hatiplilik” bahis mevzuu edildi hep...
Ülkenin en parlak yüksek okullarından iyi dereceyle mezun olmuş, lisansüstü yapmış, dünyanın sayılı üniversitelerinde okumuş, sayısız sınava girmiş çıkmış ve sonunda “başarmış” hemen her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının başına tebelleş oldu bu durum...
Kökeninde İmam Hatiplilik mi var?
Yafta hazırdır:
İmam bakan... İmam genel müdür... İmam profesör... İmam encümen...
İlginçtir, “imam” sözcüğünü suçlama ve karalama sıfatına dönüştüren haberlerin çoğu, “internet andıcı soruşturmasına” konu olan resmi (!) yayın mecralarından çıkıyordu... Oradan da “dolaşıma” sürülüyordu...
Uzattığımın farkındayım...
Tiyatro sanatçısı Ahmet Yenilmez’in “İmam Hatip mezunları devlet tiyatrolarına alınmadı, sınavları iptal edildi” iddiasına girizgâh olarak yazdım bu satırları.
İmam Hatipliler gerçekten de devlet tiyatrolarına alınmadı mı?
Sınavları iptal mi edildi?
Bu konuda “müddei” olacak kadar fikir sahibi değilim.
Fakat, toplumun bir kesiminde var olan ve özellikle oluşturulmaya çalışılan “İmam Hatiplilik algısının”, sanat çevrelerinde de inikas bulduğunu, doğal olarak sanat çev relerini de etkisi altına aldığını söylemek mümkün.
Böyledir bu işler...
Kafadan küçümsenen bu kimliği (İmam Hatipliliği), sanat çevreleri niçin tercihe şayan bulsun?
Mezkûr iddiaya cevap veren Can Gürzap, 40 yıllık sanat hayatında böyle bir şeyle karşılaşmadığını söylüyor ve şunları ekliyor: “Devlet tiyatrosu sınavlarında hata yapılmış olabilir. Her insan hata yapar ama sınavlarda belirli bir yeteneğin üzerinde, belirli bir formasyonun üzerinde olan kim olursa olsun imam hatip okulundan gelmiş, şurdan gelmiş diye böyle bir şey olmaz. İlk defa duyuyorum...”
Hangi açıklamayı doğru kabul edeceğiz?
Bunun bir önemi yok...
Can Gürzap gerçekten de böyle bir şeyle karşılaşmamış olabilir.
Fakat bu durum, var olan (oluşturulmaya çalışılan) “algıyı” ve buradan türeyen “bakışı” değiştirmiyor.
Bu bakış değil mi, Nazım Hikmet’in yayına bir adet Necip Fazıl oyununu yakıştıramayan?
Bu bakış değil mi, “deneysel”in en yetkin örneklerini sunan Nuri Pakdil’i yazar bile saymayan?
Bu, “ötekileştirmeye” mütemayil “bakış”, eminim ki (“eminim ki” değil, çok yakından biliyorum ki), “İmamdan oyuncu olmaz” türünden, patolojik bir önyargıya da sahip...
HAMİŞ: İmam Hatipli değilim... “Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu, Atatürk Lisesi” diyeyim de, kayıtlara yanlış geçmesin.
(Star gazetesinden alınmıştır)