Kendisine gülerdik eskiden... Komik işler yapardı... Abartılı oyunculuğu, “makyaj ustalığı”, mimikleri ve her kareye oturttuğu pos bıyıklarıyla sevimli de dururdu.
Şimdi de gülüyoruz.
Gözden düşmüş olmayı bir türlü kabullenememesi, “hazımsızlığı”, ille de cehaletiyle güldürüyor.
Modasının geçtiğini, artık “komik bir figür” olmadığını, abartılı oyunculuklarla mizah yapılamayacağını bilmemesi, anlayamaması, fehmedememesi de üzüyor...
Koskoca Levent Kırca bittiğini kabullenemiyor.
Bu nedenle, bacak kadar çocuklara dalıyor. Cem Yılmaz’a, şuna buna sallıyor... Ve “kıskançlığıyla” itici oluyor.
Bir televizyon kanalı, büyük bir müjde olarak “Olacak O Kadar”ı duyurmuştu.
Hepimiz kurulduk televizyonun karşısına...
Devlet dairesinde başına olmadık işler gelen gariban vatandaş, belediyenin kazdığı çukura düşen hanım teyze, apartman içi tartışmaları, karı-koca mükalemeleri, söz oyunları, yanlış anlamalar üzerine kurulu esprili diyaloglar... Eski dönemlerde kasıklarımızı tuta tuta güldüğümüz bildik Levent Kırca sululukları.
Bu defa güldürmedi...
İnsanlar burun kıvırıp geçti...
Programı da hemen kaldırılıverdi yayından...
İşsiz ve izleyicisiz kalan Levent Kırca da (artık “politik bir figür” olarak ortaya çıkmıştı ve söyleyecek sözü vardı), “solculuğunun ve muhalifliğinin” sorun yapıldığını, hükümeti eleştirdiği için programının yayından kaldırıldığını söylemeye başladı ve dar “Sol-Kemalist” çevrelerde bunu bir “itibara” dönüştürdü.
Kimse de, “Bırak bu işleri baba... İzletemiyorsun kendini. Modan geçtiği için yayından kaldırıldın” demedi, diyemedi.
Olsun... Varsın Levent Kırca’mız hak etmediği bu itibarın keyfini sürsün.
Fakat bir dakika...
Meslektaşlarına desteksizce sallamayı alışkanlık haline getiren usta oyuncu, “desteksizce atışlarını” politik alana da taşımaya başladı.
Kimse hesap sormadığı, “O iş bildiğin gibi değil baba, azıcık oku” demediği için, salladıkça sallıyor...
Hülya Avşar’la girdiği “kültür polemiğini” hatırlıyorsunuz.
Bu satırların yazarı da olaya duhul etmiş, “Kusura bakma ama Hülya Avşar senden daha kültürlü” demişti...
Levent Kırca’mız yememiş içmemiş, ne kadar kültürlü bir adam olduğunu kanıtlamak için, içinde bol sayıda sanatçı ismi geçen bir yazı kaleme almış...
Bu yazıdan da anlıyoruz ki, Levent Kırca’mız Martin Scorsese, Brian de Palma, Stanley Kubrick, Francis Ford Coppola, François Truffault, Luchino Visconti, Claude Lelouch, John Ford, Billy Wilder, Elejandro Amenabar, Pedro Almodovar isimlerini duymuş ve bu sanatçıların yaptığı işlere bihakkın vakıf...
Bir de, “Sen bunları duydun mu Hülya? Kemal Tahir ve Nazım Hikmet kimdir, bilir misin?” diye üst perdeden ünlüyor.
Levent Kırca bu isimleri biliyor ama “Ata’nın armağanı” olan bayramların kaldırılmadığını, “Gençliğe Hitabe”nin yasaklanmadığını, ödenekli tiyatrolarının kapatılmadığını bilmiyor.
Esasında biliyor...
Biliyor ama yalan söylüyor.
Daha da vahimi, koskoca adam yalan söylemeye utanmıyor.
Kemalist siteler, bu “üstün fikirlerle donanmış yazı”nın, esasında bana cevap olduğunu yazmış... “Bu cevaptan sonra Ahmet Kekeç’in şimdi nerelere kaçacağını” soruyor...
Bir yere kaçmıyorum.
Levent Kırca’nız hayatında kaç satır Kemal Tahir okumuş ve okuduklarından ne anlamış?
Dahası, Levent Kırca’nız benimle Kemal Tahir tartışacak kıratta biri mi?
Bunu söylesin...
Sonra da merak edip araştırsın:
Kemal Tahir ve Nazım Hikmet hangi dönemde, kimin eliyle hapse tıkıldı? Sabahattin Ali’nin başına hangi dönemde ne işler geldi? Arif Oruç ve Zekeriya Sertel kimdir? Hangi dönemde gazeteler yakılıp yağmalandı? Hangi dönemde musiki yasaklandı? Hangi dönemde “tiyatroların” kapısına kilit vuruldu?
(Star gazetesinden alınmıştır)