Leman dergisine verdiğim cevapla durumu geçiştirmişim... Postmedya adlı internet sitesi böyle diyor.

Hangi durumu?

Postmedya böyle diyor ama Medya Radar adlı site “Leman dergisineverip veriştirdiğimi” yazıyor.

Hangisi?

Ben hangisiyim?

Durumu geçiştirdiğimi söyleyen site, yani Postmedya, çok daha ayıp bir şey yapıyor; konuyla ilgili haberine şu son derece çirkin, şu son derece ayıp spotu düşüyor: “Leman’ı çok severim, bendeki kredisi bitmez! Ahmet Kekeç yala yala bitmez!”

Eskiler, “üslubu beyan, ayniyle insandır” der...

Siyasi olaylara bakışını, hassasiyetini, “cemaat” ve “hükümet” meselelerine bakışını bildiğimiz ve bir “ahlak” telakkisi üzerinde yükseldiğini sandığımız sitenin, kendisini düşüreceği “düzey”, temellük edeceği “üslup” bu mu olmalıydı?

Hadi, Ahmet Altan’ın artık anakronik bile sayılmayacak kadar bayatlamış “sınıfsalcılığında” bir problem görmüyorlar diyelim...

“Yala, yala” nitelemesiyle yaptıkları cinsel çağrışımda da bir problem yok mu?

İşin bir de “kul hakkı” boyutu yok mu?

Oluyor mu yani? Yakışıyor mu?

Bir defa, Leman dergisine cevap filan vermedim...

Malum kapağa ilişkin yazdıklarım bir alınganlığın, bir kırılganlığın, bir durum düzeltme çabasının ürünü de değildi.

Niyetim ve amacım, “opera tartışmasına” katılan dergiye (ki, çalışanlarından bir kısmını tanırım, arkadaşlık etmişliğim vardır, hatırları yüksektir), durduğu yeri göstermek, sahip olduğu “problemli mizah dilini” anlatmaktı.

Kapakta bir başkasını da resmetmiş olabilirlerdi...

Fark etmezdi...

Nitekim, “koğulmuşların” ve “düşmüşlerin” yanında yer alması gereken dergi, 28 Şubat sürecinde ve ertesinde, rahatlıkla koğulmuş ve düşmüş sayacağımız insanları (örneğin Merve Kavakçı’yı) hedefe koymuştu... Haftanın lalesi listesine baktığımızda bir tek Çevik Bir, bir tek Erol Özkasnak, bir tek Çetin Doğan, bir tek BÇG Paşası göremiyorduk. Ödüller Merve Kavakçı, Şevki Yılmaz ve Hasan Mezarcı gibiler arasında paylaştırılıyordu.

Bugün düşmüşlerin (darbe soruşturmasının gadrine uğramış kimi gazetecilerin) yanında yer alan ve çok da iyi eden dergi, o gün düşmüşlere karşı “üstünlerin” dilini kullanıyordu.

Problem bu...

Dün de yazmıştım: Mizah, “seçkinlerin” ve “üstün sınıfların” dışlayıcı tavrına yönelmiş bir dil olmalıdır; bir “seçkinci hayat savunusu” olarak ortaya çıkmamalıdır.

Bu cümleden olarak, Leman dergisinin, “çirkin bir alaycılığı temellük etmiş” ve bir masuniyetten bakan Ahmet Altan’ın değil, alaya konu edilen sınıfların yanında yer alması gerekirdi. Çünkü, bazı şeyleri (opera gibi Batı mamulü “üstün sanat verimlerini”) ötekine yakıştıramayan seçkinci tavır, tam da Leman dergisinin karşı durması gereken tavırdı.

Herhalde kapaktaki karikatürden dolayı alınganlık çıkarmam bekleniyordu...

Hiç alınmadım.

Mizah dili problemli olmakla birlikte, gayet güzel çizmişlerdi.

Mizahçı her bir şeyi eleştirir, her bir kişiyi ve olayı karikatürize eder.

Bunu “ifade ve söz söyleme özgürlüğü” çerçevesinde görmek lazım. Neden alınayım?

Başbakan Erdoğan, kendisini “kedi” şeklinde resmeden karikatürist Musa Kart’ı mahkemeye verdiğinde şunları yazmıştım: “Güç ve iktidar sahipleri tahammüllü olmayı öğrenmelidir, tahammüllü olmak zorundadır. İnsanların kedi, kuş, zürafa biçiminde resmedilmesi tecziye gerektirmez.”

Bu durum, kamuoyu önünde söz söyleyen insanlar için de geçerlidir.

Kamuoyu önüne çıkıyorsanız, eleştirilmeye, hicvedilmeye, türlü kılıklarda resmedilmeye peşinen razı olmalısınız.

Budur...

Postmedya eleştirmiyor. Küfrediyor. Ve yaralıyor.

(Star)