Müzelerin kuruluşlarında enteresan ve gülümseten hikayeler vardır bazen. İşte onlardan biri…hem müzenin kendisi ve hem de kurucusunun enteresanlığı. Başına gelenleri değişik bir fırsata çeviren hayırsever ve sanat merkezli bir iş adamı…küp şekerin mucidi Henry Tate ve kurduğu müzesi.
Londra seferinizde Tate Britain ve Tate Modern müzelerine vaktiniz ve ilginiz olur mu bilemem lakin diğer pek çok şahane ulusal müze gibi giriş ücreti alınmadığını belirtmekle başlayayım. Bu sevindirici haberin devamında Tate Müzesi’nin de listenizde bulunan diğer müzeler gibi külliyatlı kolleksiyonu içeride yorucu ve uzun bir gezi yapabileceğinizi gösterir. Lakin enfes kahvesini içerek soluklanabileceğiniz bir kahvehanesi vardır.
Müzenin kurucusu Henry Tate Liverpool kökenlidir, kariyerine bakkallıkla başlar ve sonra şeker işinden servet kazanıp sanata da harcayan ve hamilik yapan ünlü bir sanayicidir, ‘küp şekerin mucidi’dir. İngiltere’nin Vehbi Koç’u gibidir adeta.
Henry Tate kıymetli bir sanayici ve teknik gelişmelerde gözü, bilgisi ve becerisi olan bir iş adamıdır. Sahip olduğu şeker rafinerisinde 1872 yılında haftada 400 ton şeker üretilir. Dönemin servet sahibi sanatsal aktivitelerle yoğrulan aristokratlarının aksine mütevazidir, fabrikasındaki çalışanların yaşam şartlarıyla yakından ilgilenir, şeker rafinerisinin karşısına çalışanların sosyalleşebilmeleri için bir de lokal kurar. Çok kazanan ve çok bağışlayan, bedava halk kütüphaneleri açan bu şahsın firması bugün hala Tate & Lyle ismiyle faaliyetlerini sürdürmektedir.
Kıymet bilmezlik sadece bizde değil! 65 adet kıymetli eserinin Ulusal Galeri’ye bağışı yer olmadığı için kabul edilmez. O da modern Avustralya’yı inşa etmeye gönderilmek üzere gemilere bindirilen mahkumlardan boşalan ve yıkılması planlanan hapishanenin yerinde müze kurulmasına ön ayak olur, masrafları karşılar. İstanbul Arkeoloji Müzesi ile yaşıt olan müzesi 123 yıl önce, 21 Haziran 1897 tarihinde açılır.
Thames Nehri kenarına eski hapishane yerine bir sanat müzesi kondurmak suç oranlarının azalmasına nasıl bir etkide bulunmuştur bilinmez tabi ve belki alakası da yoktur ama hapishaneden müzeye harikulade bir fikir ve şahane bir katkıdır.
Müzede İngiliz ulusuna ait eserlerin yanında uluslararası ve çağdaş sanat dallarına ait toplam 70 bin civarında eser sergilenmektedir. Pablo Picasso’nun İkinci Dünya Savaşı acılarını yansıttığı ‘Ağlayan Kadın’ tablosu, Salvador Dali’nin Dağ Gölü tablosu, Henry Moore’un yaslanan heykel figürleri gibi eserlere rastlarsınız.
İngiltere’de dört adet Tate Galerisi vardır; Tate Britain ile beraber Tate Modern Londra’dadır. Eski Liverpool limanını taçlandıran Tate Liverpool ve Tate St. Ives diğer iki galeridir. Balkonlarından şahane şehir manzarası sunarlar. Özellikle Londra’yı yukarıdan görmeye para harcamak istemeyenler için bu müzelerde sanatla yoğrulurken şehirden kareler yakalamak güzeldir.
Tate Modern ilk olarak İngiliz Güzel Sanatlar Ulusal Galerisi olarak açılır. Bay Küp de anonim ve sessizce yaptığı bağışları ile bilinir. Okumayı ve eğitimi özendirici faaliyetlerle sağlık alanında uğraşları destekler. Bağışlarını ezilen, farklı ve alternatif olana yapar. Baronluğa benzer bir ünvan ile onurlandırılır ama bunu çeşitli defalar reddeder. Ardından İngiliz Kraliyet Ailesi’nin ısrarı ve alınganlığı üzerine sonunda kabul eder. Birinci Dünya Savaşı’nı da tecrübe eden Henry Tate 1921 yılında ölür ve adı bugün Londra, Manchester, Liverpool, Bedford gibi şehirlerde okul, hastane, üniversite ve kütüphane gibi yerlerde yaşatılır.
Şeker endüstrisi ve şeker tüccarlığı akla elbette koloni dönemini ve köle emeği ile gelişen endüstrileri getirir. Tate Galerileri resmi web sayfalarında Henry Tate ve firmasının servetinin ve ekonomik faaliyetlerinin köle emeği ile ne kadar alakalı olduğuna dair duyurduğu yürütmekte olduğu araştırmalar son dönemde yaşanan ırkçılık karşıtı gösterilerin ve heykel kırıcılığının başlamasından çok öncedir.
Henry Tate köleliğin kaldırıldığı tarihte 14 yaşındadır ve köle ticareti ile alakalı olmadığı belirtilmekle beraber, yürüttüğü şeker ticareti için ürün arzının hala daha kölelik zamanında tesis edilen fabrikaların işletilmesi sayesinde olduğu vurgulanarak kendisinin de bu sistemden azade olamayacağı kabul edilir. Her ne kadar Karayipler ve Güney Amerika şeker üretim faaliyetinde işçiler ücret karşılığı çalıştırılsa da şeker endüstrisine hala İngiliz kökenli firmaların hakim olması bu ülkelerde süreklilik kazanan yoksullukta bu firmaların ve sahiplerinin payı olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilir.
İşte Londra’da gezebileceğiniz bir müzenin yönetiminin bu gerçeği idrak edip yazılı olarak beyan etmesi de ziyadesiyle enteresan bir husustur.