1400’ler ile 1600’ler arası; 80 sanatçıdan 160 farklı eser…

En bilinenleri ve en gözdeleri tabi; Giovanni Bellini, Raphael, Leonardo da Vinci, Polidoro da Caravaggio, Bernardino Campi ve İtalyan Rönesansı’nın diğer ağır taşları.

Kraliyet Koleksiyonu'nda yer alan ve normal bir müzede göremeyeceğimiz çizimler Buckingham Sarayı Galerisi’nde. Kasım 2024 ile Mart 2025 arasında…

Bir ara gideriz dememeli; zaman çabuk geçiyor.

Ben de bu kapsamda ele alayım dedim ve Avrupa Rönesansını yaşamayan veya geç yaşayan İngiltere’nin çeşitli galeri koleksiyonlarında, müzelerinde ve Kraliyet Koleksiyonu envanterinde nasıl olur da bu kadar kıymetli eserler bulunabilir hususuna bakarak başlayayım.

Çünkü; 1598 yılında Londra’yı ziyaret eden bir Alman gezgin ‘Londra’da kültürel değer niteliğinde pek de bir şey yok, Londra Köprüsü üzerinde sallandırılan 30 civarında insan kafasını seyredebilirsiniz ancak…’ diye yazdı.

Çünkü Henrilerin sonuncusu Kral 8. Henry Katolik Kilisesi’nden ayrılmakla kalmadı, 70 yılı aşkın süre Avrupa ile sanat dahil pek çok ilişki kesintiye uğradı. Kültürel izolasyon olunca Rönesans Avrupa’yı kasıp kavururken İngiltere sahillerine yaklaşamadı bile. Sanat ve sanatçı kavramları da işçi olarak çalışan zenaatlarlıktan öteye gidemedi. Dışarıdan resim getirmek de yasaktı.

Allah’tan Tudor Hanedanı ile bu durum sona erdi ve 1620’li yıllarda başka bir Londra seferine çıkan Avrupalı dünyanın en iyi tablolarının Londra'da olduğunu kaydedebildi.

Bu şöyle oldu; bir kaç tane sanat hamisi estetik kaygılarla aristokrat kökenlerinin getirdiği servetin izniyle ‘The Grand Tour’ denilen Avrupa seferine çıktılar ve İtalyan Rönesansı’na ait bazı kıymetli eserleri azimle, teker teker satın alarak ülkeye taşıdılar. Zamanla sanat aşkı ve estetik zevk ile daha çok kişi bu faaliyete soyundu. Sanat eseri toplayıcılarının hamiliğini krallar yapınca külliyatlı şahsi koleksiyonlar oluştu. Earl Arundel, Earl Burlington gibi sanat zevki sahipleri…

Kont Arundel Katolik Avrupa’dan 70 yıl boyunca uzak kalan İngiltere’nin Avrupa’ya açılımının ilk adımıdır. Venedik’in tozunu alan ve diğer koleksiyoncuların yolunu açan kişidir. Ülkenin son 300 yılında sanat adına yapılan faaliyetlerin ilkidir.

Tabi önce Venedik’e gitti ve dünyanın cennetinin burası olduğunu ilan etti. Geleneklere bağlı bir Katolik olmasının da etkisi büyüktü. Burada sanat aşkının geliştiği söylenir, sanat ki İtalyanların günlük hayatının bir parçasıydı, sanatçıya hürmet vardı.

Dönerken Leonardo da Vinci, Michelangelo, Raphael, Titian eserleri getirdi yanında. Bugün İngiliz Ulusal Galerisi’ndeki Titian’ın 37 tablosunun tamamı onundur aslında…Uyuyan Venüs, Titian Venüs’ü, Diana’nın Yıkanması…

Ya Kraliyet Koleksiyonu’ndaki paha biçilemez Da Vinci’ye ait 600 adet anatomi çizimleri…? Onları da Arundel getirir…

Demokratik temayüllerin de gelişmesiyle sanatın bir elin parmaklarını geçmeyen kişilerin tekelinde olmaması, daha geniş kitlelere yayılması gerektiği düşünüldü. Güzel olan şey ise bu yayılmanın olması gerektiğini düşünenler o elin parmaklarını oluşturan, nadide eserleri ellerinde ve kırsal saraylarında bulunduran toprak sahibi zengin aristokratlardı.

Sanayi Devrimi neticesinde zenginleşen yeni sınıf, bankerler ve fabrikatörler de sanat eseri ve sanatçı hamisi olmaya soyundu ve sanat zevki geliştirdiler elbette.

Böylece oluştu Rönesans sanatı temelleri üzerine ve bugüne kadar geldi.

Kanaatimce bu meşakkatli çalışma ışığında gezmeli bu sergiyi; Galeri’nin Çizimleri Sergisi’ni.

Rönesans’ta çizim derken tabi aynı zamanda o dönemde kağıt kullanımının yaygınlaşması, fiyatının düşmesi, kireçtaşı kullanımı neticesinde sanatçıların boya dışında tebeşir ile çizim serüvenini hatırlamak gerekir. Bu çizimlere ayrıca bugün dünyaca ünlü ressamlar olarak baktığımız sanatçıların kendilerini geliştirme aşamaları olarak da bakmak gerekir.

Birkaç örnek mi?
İnsan kafası ile başlarsanız hemen karşınızda Giovanni Bellini’ye ait bir yaşlı kafası çıkar; Aziz Antuan Kafası, biz de yakından biliriz onu ve nasıl şeytana uyduğunu, Salvador Dali’den hatırlayanlar da çıkabilir. O zaman resim sanatının yüzyıllar içinde nereye vardığını da şaşkınlıkla takip edebilirsiniz. 

Raphael’e ait iki havari kafası nasıl da kocaman; karakalem ve tebeşir ile 1500’ün ta en başı. Perugia’daki San Francesco Kilisesi için sipariş edilmiş ve sanatçının gerçek eserini kilise altarında yapmadan önceki hazırlığına işaret eder. 

Peki…Leonardo da Vinci’nin turuncu yüzeye siyah-beyaz çizimi vahşi adam kafasına ne demeli? Onun hayal gücünün sarmaşık saçlarıyla hayvansı vahşilik eklediği insan yüzü nasıl da şaşırtıcı! Eserin sağ altındaki vahşi aslanın bakışlarıyla karşılaştırmak için orijinal eser ile göz göze gelmek gerekir.

Oradan ayrılınca tabi Caravaggio’nın Aziz Thomas’ının kafasına uğramak gerekir. İncil okuyanlar bilirler Aziz Thomas’ın yarasını, bilmeseniz de esere yansıyan ışığa göz dikin der sanat uzmanları. 

İnsan kafasından anatomiye doğru giderseniz yine Vinci çıkar karşınıza. Milan’da anatomi çalıştığını bilerek bakmalı bu kaslı bacaklara. Onun 20 civarında kadavra çalıştığını ve uzmanlık alanının kemik ve kas olduğunu hatırlarsınız oracıkta. Bir de daha yakınına gidince eserin dersinin sanki olmadığını da hissedebilirsiniz sabırlı ve dikkatli bir nazarsanız. 

Devamında bu güzel eserleri himayesine aldığı için Kral II. Charles'a dua okuyarak devam ederken Hollar’da ait ruhsal sorunlu insanların histerik gülüşünü de andıran çingeneler tarafından kandırılan adam çizimine rastlarsınız.

Lakin en çok da sanıyorum Raphael’in ‘Üç Güzeller’ çizimi önünde durmalı, zerafet, neşe ve güzelliği temsil eden çizimlerine hayranlıkla bakmalısınız. Eros ve Psyche’in Ebedi Aşkı tablosunda…