65 yıla bu kadar çok şey nasıl sığdırılır?
3 Aralık 1830 yılında doğup 65 yıllık ömrüne 500 civarında eser sığdırmış bir sanatçı, tasarımcı ve heykeltraş diye merak ederseniz doğum günü bu analizi yapmak için ideal bir gündür zannımca; Lord Frederic Leighton…
Babası da kıymetli bir doktordu ama dedesi Rus Çarı I. Alexander’ın doktoru olduğu için hatırı sayılır bir servetin içinde doğduğu ve hatta devamında yaşadığı bilinir.
Seyahat edip etkilendiği Avrupa ülkeleri, Paris ve Roma’da tanıştığı çağdaşı sanatçılar, 24 yaşında Floransa Güzel Sanatlar Okulu gibi dönemine göre az sayıda kişinin elde edebileceği şeyler de hep bu servet sayesinde oldu. Tüm bunlara sanat algısını, ilgisini ve becerisini ekleyince bugün bile beğenilen bir tarz ve dünyanın çeşitli müzelerindeki eserler ortaya çıkar.
Kendisi William Morris gibi Raffaeloculuk Akımı mensubu olduğu, el sanatlarına, insan eliyle üretilene sahip çıkan kişilerdir. Zira onlar Sanayi Devrimi oluşturulan toplumun çirkin ve adaletsiz olduğunu düşünmekle beraber fabrika üretiminin insan yaratıcılığını körelttiğini, insanlık dışı olduğunu ve yetenek ile becerinin yok edildiğini savundular.
Yeteneği kadar merakı ve ailesinin serveti neticesinde gezebilme kabiliyeti onu farklı kıldı, farklı tarzları gördü, beğendi. Sadece sanatını değil evi de etkilendi.
İşte tam bu noktada Londra’nın nadide Kensington Mahallesi’nin içinde desen, tarz, doğu izleriyle dolup taşan saklı bir müze var ki Lord Leighton burayı kendi zevkine göre dekore etti ve burada yaşadı. Ölümüyle beraber de müze oldu.
Lord Leighton, müze evine gittiği batı ülkelerinin yanında Osmanlı coğrafyası diye sahiplediğimiz ülkelere yaptığı seferlerden topladığı el işçiliği, emeği ve yaratıcılığının şahane örneklerini getirdi. Arap Salonu’na, etraftaki çini yoğunluğuna bakıp burasının cami gibi dekore edildiğini düşünebilirsiniz. Çünkü bizler duvar çinilerini camilerde veya en fazla Topkapı Sarayı’nda görmeye alışığız. Üzerine bir de Osmanlıca kitabe görürsek Arap Alfabesi’nden mütevellit kutsallık ekleriz.
Kısacası şömine etrafındaki turkuaz dokunuşlar ile evinin üst katında duvara monte çini panolarının yanında tavan süslemelerinin bile yoğun çini deseniyle kaplanmış olduğunu görmek, üst kata çıkarken turkuaz rengin duvarı boydan boya nasıl ele geçirdiğini seyrederek merdivenleri çıkmak, üst kattan aşağıya doğru bakarken sanatçının evinde nasıl bir sentez oluşturduğunu seyretmek şahanedir. Kendisini evini dekore ederken desenlerini özen ve hayranlıkla seçmiş olduğunu düşünmek de hoş bir duygudur.
Sanatıyla ilgili olmasa da şu da mühim ve enteresan bir husustur;
Soylu bir aileden gelmeyip baronluk verilen tek ressamdır ve kendine has bir rekoru da vardır. Soyluluk ünvanını aldıktan bir gün sonra anjinden öldüğü için bu ünvanı sadece bir gün taşıyabildi, varisi de olmadığı için ünvan da bu bir günün sonunda ortadan kalktı. Ancak evi, kendi çizimleri, sahip olduğu koleksiyonu, Arap ezgileri taşıyan muhteşem salonu, İznik işi şahane çinileri ve stüdyosu ile şahane bir yer olarak kaldı.
Kendisi toplamda 500 civarında sanat eserinin sahibidir ve tabi en ünlü tablosu o turuncu elbisesiyle uyuyan Flaming June’dur. Victoria Çağı’nda yapılan ve modern dönemde en çok kopyalanan eserlerden biridir ve Porto Riko’daki sanat müzesinde olmasına rağmen 2025 yılının Ocak ayı başına kadar Londra’da sergileniyor. ‘Uyku ile ölüm arasındaki estetik ilişkinin ortaya konulması’ anlamına geldiğini düşünenler olduğu gibi Akdeniz'in parlak haziran güneşinin alevli ve kavurucu etkisini yansıttığını düşünenler de var. Uyku ile ölüm çünkü yanına bir de zehirli zakkum çiçeği var kedi gibi kıvrılarak uyuyan, başını kıvrılan kola dayayan kızıl uzun saçlı kadının. Alevli çünkü kızıl saçlar ve ressamın doğu hayranlığının etkileri.
Bir gün mezarını da görmek isterseniz kıymetli mimarlar, komutanlar, sanatçılar ve toplumda iz bırakan şahısları istirahat mekanı Aziz Paulus Katedrali’ndedir; Mimar Wren, Amiral Nelson, Hemşire Nightingale, Muzaffer Wellington, Ressam Turner, Şair Blake, Mikrobiyolog Fleming, Ressam van Dyck ile…