25 Kasım 1993 yılında Kraliçe II. Elizabeth hazretleri restorasyonun sembolü örtüsünü indirdi ve Ely Katedrali bir sonraki restorasyona kadar sağlam…
Üzerinden 30 yıl geçti, Bataklığın Gemisi adıyla bilinen bu kadar değerli bir katedralin farkına varmak gerekir.
Çünkü Orta Çağ’ın en şaşırtıcı mimari yapılarından biridir, başarı dense yeridir, Ayasofya'nın kubbesi kadar kıymetli bir kulesi vardır ki sekizgen olması, geçişleri ve bezemeleri ile eşsizdir. Kaldı ki bütününe bakınca eşsiz bir romanesk tarzı sunar.
Hikayesi de ilginçtir; Azize ilan edilen Sakson Etheldreda ile alakalıdır. Kadın olunca ve soylu bir kökenden gelince ve kocalarına rağmen bakire kalmayı tercih edince de manastır hayatının kendisine en uygun yaşam tarzı olduğunu anlarsınız. O zaman 670’li yıllarda bir manastır kurması da beklenir ki 1350 yıl geriye gitmek gerekir.
Tabi bu topraklarda Hristiyanlık önceleri geniş bir kabul görmemişti; Mercialı kral bir kiliseyi pagan inanca ihanet olarak görünce yıkın kaçınılmazdı. Tabi inancın uğruna yeni bir ibadethane inşa ettirdi ki ilkinden daha görkemli, daha büyük ve Danimarkalılar gelip yıkana kadar İngiltere'nin en kıymetli manastırı oldu. Danimarkalıların yıkması inancı daha da güçlendirmedi mi? Benedict Tarikatı tarafından yeniden eski görkemine kavuşturuldu.
Bu büyüklük, görkem ve zenginliğin altında yatan şey ise hacıların ziyaretleri oldu daha sonraki yüzyıllarda; çünkü Azize Etheldreda’nın bedeni öldüğü günkü haliyle yıllar sonra bulununca hem kendisi azize mertebesine yükseltildi ve hem de bölge de ibadete ve şifaya gelen Orta Çağ insanlarıyla doldu.
Bu durum Mezhep Savaşları, İngiliz Krallığı’nın Vatikan’dan ve Katoliklikten ayrılmasına kadar devam etti ve yıkım yine başladı 1540’lı yıllarda Kral 8. Henry ile.
Ely Katedrali’nin kıymeti biraz da sonradan Hollandalı mühendislerin yardımıyla kurutulan da bataklık alan için olması, geniş Anglia Ovası’nın yeşilliğine bakmasından gelir ki günümüzde dahi seyahat ederken 161 metre yükseklikteki kulesi fark edilir hatta kasabaya yaklaşıldığı yanılsamasına dahi kapılırsınız.
Orta Çağ’dan kalma manastır yapılarında kullanılan malzemeler açısından ülkenin en zengin koleksiyonuna sahiptir, bu dönem çalışan tarihçiler için zengin bir hazinedir.
Normandiyalılardan kalan nef şahanedir ve zarif Cambridge kireç taşına işlemeler bence bir o kadar da zariftir ve erken Gotik örneğinin eşsiz örneğidir. Ama 1100’lü yıllardan kalan şahane kapı oymaları bir başkadır. Erken İngiliz gotiğini seyre dalarken Eski Ahit ve Yeni Ahit sahnelerini unutmamalı.
Tarihçiler, ağır tahribattan sonra bile katedralin muhteşemliği düşünülürse 1540’lı yıllarda tahrip edilene kadar ne kadar görkemli olduğunu tartışıyorlar hala zaman zaman; niş içlerini dolduran görkemli heykeller, pencereleri süsleyen en kalitelisinden vitraylar ve etraftaki resim sanatı örneklerinden tablolar.
Ely Katedrali o kadar ki Londra’nın kabalıklığından kaçarak doğal kasaba ve manastır dekoru kullanılarak sakince çekilen filmlerin yeridir. Westminster Manastırı’nın muadilidir. O sebeple The Crown, Elizabeth: The Golden Age, The Other Boleyn Girl, Macbeth, The King's Speech filmleri burada çekildi. Filmler kadar sanat eserlerini de çekti kendisine. Her an bir faaliyete rastlarsınız buralarda.
Bir de katedralin hemen önündeki topa da bakmalısınız; 'Osmanlı topu mu bu da acaba?' diye aklınızdan geçebilir lakin biraz yukarı Rusya'ya kadar çıkmalısınız. Ama yine de Kırım Savaşı sırasında alındı ve buraya konuldu dersem sanırım bir Osmanlı görmüş kadar olursunuz. Topun ağzının nereye doğru olduğuna bakmak ve fark etmek de dehşetli bir andır kanımca.
Tabi filmlere ve popüler şeylere kapılıp bir ayrıntıyı daha atlamamalı; Oliver Cromwell. Bugün artık müze olan evi ve bu bölgeden gelen ailesi. Gidince müzesine perili odayı atlamayın sakın.
Ely Kasabası 17. yüzyıla kadar bir ada olduğu için, etrafını çevreleyen bataklık sebebiyle hep küçük kaldı. Daha sonra bataklık kurutulsa bile bu küçüklük hep devam etti. Bu kasabaya seyahat ederken trenden veya aracınızdan tren raylarının veya araba yolunun tarım alanlarından yüksekte olduğunu fark edersiniz. Çünkü bölge Hollanda gibi deniz seviyesinden düşüktür ve bu hala hissedilir. Ayrıca geniş düzlükler olduğu için rüzgara da maruz kalırsınız bu İngiltere'nin en bereketli çiftliği niteliğindeki bölgesinde. Dünyanın en lezetli patateslerinin burada yetiştiği bilinir.
Bu şehre yapılacak bir seyahattin devamında Orta Çağ’ın dar sokaklarından geçerek antik binaların içindeki antika objelere bakarak enfes dekorlu kahvehanelerinde çay içtikten sonra belki Cambridge’e doğru bir tekne seferine çıkarsınız ama mevsimin de elverişli olması gerekir.
Bu arada başta bahsettiğim Orta Çağ’ın diğer harikalarını da merak ederseniz, İstanbul Ayasofyası’ndan Taj Mahal’e, Stonehenge’ten Çin Seddi’ne kadar.