İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sadece Covid Salgını sekteye uğratsa ve bu yıl da salgın ile futbolun gölgesinde geçse de ünlü ve itibarlıdır Wimbledon Tennis Turnuvası…ve o güzel kızın gülüşü ile bitti.
Dünyanın ilk ve bu sebeple en eski, en ünlü ve en prestijli turnuvasıdır. Hikayesinde Britanya İmparatorluğu’nun gücü ve etkisi kadar gelenekler de yatar.
1877 yılında başlar, kriket benzeri çimende oynanan oyun, kroket, için başlar ancak o dönemde tennis oynamak merağıyla tenis sporu ile ünlenir. Daha sonra Avustralya, Fransa ve Amerika açık turnuvaları düzenlense de Wimbledon hala doğal çim üzerinde oynanır, gelenekler işte…
Başka gelenekler de var elbette; beyaz giyinmek, şapka takmamak ve çilek yemek. İngiltere’nin en leziz çilekleri…
Enteresan ve güzel olan ise kadınlar şampiyonasının çok kısa zamanda, 1884 yılında, erkeklerinkinden sadece 7 yıl sonra düzenlenmesi hoştur. Ülkenin üniversitelerinin kız öğrenci kabul etmesi için 700 yıl beklendiğine bakılırsa 7 yıl kısa kalır…
İlk oynandığında final maçını 1 şilin ödeyerek 200 kişi seyretti, bugün ise şampiyonayı izlemeye her yıl yaklaşık 500 bin tenis sever akın ediyor.
Turnuvada 50 binden fazla top kullanılır, topun rengi beyazdır aslında ama televizyondan verilemeye başlandıktan sonra sürekli yön değiştiren topun fark edilebilmesi için sarı renk seçilmiştir.
En uzun maç? 2010 yılında oynandı, 11 saat sürdü, 3 ayrı günde oynandı ve bir Amerikalı bir Fransızı yendi.
En ünlü isimler Boris Becker, Steffi Graf, Pete Sampras ve Serena Williams..
Wimbledon Tenis Turnuvası ünlü ve aristokrasi mensubu kadınların görüntülendiği yerdir. Kraliyet mensuplarını ağırlar. Kraliçe’nin at tutkusu top oyunları tutkusunun önüne geçse de genç ve her adımı takip edilen prenslerin, prenslerin takip edildiği yerdir.
Bir de İngilizler sahip oldukları pahalı şeyleri mütevazi kılmak için ‘Tenis kortumuz da var, Wimbleden değil ama işe yarıyor’ derler. Gülüşürsünüz! Eğitimli zenginlik bu olsa diye düşünürsünüz…