Türkler ve Yunanlılar genellikle British Museum bünyesinde ‘muhafaza’ edilen ve sergilenen eserlere ve onları geri isteme işine daldıkları için diğer İngiliz müzelerinde nelerin olduğunu, neden olduğunu, nasıl geldiğini ve ne zaman oraların envanterine girdiğine eğilmez diye düşünüyorum. Victoria ile Albert Müzesi’ni 20 Haziran 1857 tarihinde bir Cumartesi günü Kraliçe Victoria bizatihi kendisi açtı, ben de bu vesile ile biraz bahsetmek istedim.
1851 yılında Londra’da Osmanlı Devleti’nin de temsil edildiği, sanayi gelişimine de ışık tutan bir sergi gerçekleştirilir Kristal Saray’da. Bir yangınla yok olan bu saray 1851 yılındaki Büyük Sanayi Sergisi’ne ve ortaya çıkardığı Londra’nın en kıymetlilerinden 3 adet müzesine götürür bizi…her yaştan ziyaretçi çeken ve her daim kıymetli…güncel isimleriyle Kraliçe Victoria’nın kocası Albert ile anılan Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi ve Bilim Müzesi…
Victoria ile Albert Müzesi, kocasının ölümünden sonra adeta hayata küsen Kraliçe Victoria’nın kamuoyu önünde yaptığı son iştir, 1899 yılında bugün ana bina da diyebileceğiniz binanın temel atma törenine katıldı. Büyüklüğünden, galerinin sayısından, çektiği ziyaretçiden veya bütçesinden bahsetmek gereksiz ama 2 milyondan fazla esere sahip olması çarpıcı değil mi? Hem de 4 katta 11 kilometre yürüme gerektiren bir labirent içerisinde. Hem de dünyanın dört bir yanından. Londra’nın güzel bir semtlerinden birinde, Albertopolis’in merkezinde…
Raphael’in baş yapıtlarıyla sizi Sistine Şapeli’ne götürür ve oracıkta o şapeli Michelangelo boyamamış mıydı diye sorarsınız. Rönesans heykellerine bakıp nasıl da bu kadar gerçekçi olabiliyorlar diye düşünürsünüz. Kostüm odasında giyim kuşamın, renk seçiminin zamanla nasıl değiştiğine saklanan nadide ürünlerle şahit olursunuz. En çok sıkıntıyı tarih boyu yine kadınların çektiğine de bir kere daha şahit olursunuz. Anlaşılmaz korse tutkusu…
Müzik odasına girince aletlerin nasıl da bu kadar sessiz durabildiğine şaşarsınız.
Bir de İngiltere’nin en ünlü yatağı…1500’lerden, bir defasında 26 kasabın eşleriyle uyuyabildiği yatak olduğu rivayet edilse de William Shakepeare ’12 Gece’ isimli eserinde yatağın 4 çiftin uyuyabileceği büyüklükte olduğunu yazar. Görmek şart anlamak için.
Tabi bir de sahici dökümhane…taklit döküm atölyesi de diyebilirsiniz.
Müzenin ilk yıllarında İtalya’ya kadar gidip antik eserleri yerinde tecrübe etme imkanı bulamayan sanat öğrencileri için dünyanın en bilinen antik eserlerin kopyalamıştır ve tabi hiç biri orijinal değildir. Eşitlik, herkesin her türlü imkandan yararlanma hakkının olduğunu gösterir size ve bence bu düşünce ile şahanedir.
Burada Kraliçe Victoria’yı dehşete düşüren Davud Peygamber’in çıplak heykeli ve utanan iffetli ve terbiyeli hanımların kurtarıcısı yaprak da var. Adem ile Havva’dan beri var olan.
Ya doğulu şaheserler?
British Museum nasıl Mısır dışındaki en büyük Mısır Koleksiyonu’na sahipse Victoria ile Albertçığının Müzesi de Hindistan dışındaki en büyük Hindistan Koleksiyonu’na sahiptir. Hint sanatının ve renklerinin büyüsünü taşıyan eserler arasında yürürsünüz. Tipu Sultanı’nın Kaplanı’nı görmemek de olmaz.
Osmanlı coğrafyasından gelen göçmenlere demeli?
Orijinalliğini kaybettiği düşünülen İkinci Mehmet’in tablosu Ulusal Galeri envanterinde olsa da buraya ödünç verilmiştir ve müzenin Ortaçağ ve Rönesans seksiyonlarında ticari ilişkiler kapsamında sergilenmektedir. Ödünç süresinin ne kadar olacağı bilinmemektedir. Ama 2022 yılında Fransa’daki bir sergide boy göstermeye gitmiştir, geri gelecektir.
Dünyanın en büyük İznik çini koleksiyonuna sahip olduğunu da ekleyeyim. Doğunun çini sanatı ve eserlerinin güzelliğini, sergilendikleri yerlere uyumunu görünce özenirsiniz, sinirlenirsiniz ve bu duygu geçişleri daha da allak bullak olmanıza sebep olabilir. Bu durumda dünyanın ilk müze kahvesindeki tatlı ve çay çeşitlerine göz gezdirerek ara vermenizi tavsiye ederim. Onlar da çok lezzetliler ve muhteşem duvar dekoru ve tavan süslemesiyle size üzüntünüzü unutturabilir bir nebze.
Geri döndüğünüzde hatırlamalısınız ki Türk ve İran çini sanatının eserlerinin en iyi analiz edileceği yer burasıdır; Kraliçe Victoria ve kocası Albert’ın isimlerinin yaşadığı müze. Hepsi sergilenemese bile bu müzedeki çini envanteri o kadar muhteşemdir ki İslam Sanatı, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı çini desenlerini çalışmak için Şam, Tebriz, Kahire’ye gitmeniz veya Edirne Üç Şerefeli Cami’yi, Bursa Muradiye Külliyesi’ni, Bursa Yeşil Türbe’yi gezmenize gerek kalmaz adeta. Yani doğu sanatı çalışan Avrupalı sanatçıların ve akademisyenlerin eserleri yerlerinde görmelerine gerek kalmayacak çeşittedir.
Sultanahmet Camisi’nin kayıp çini panolarının nasıl ve ne cüretle götürüldüğünü sorgularken koruyamayan, aşırılmasına aracılık edenlerin olduğunu da hatırlamak da gerekir. Ya bazı camilerin dokunmaya kıyılamayacak kıymette çinilerinin üzerini delerek elektronik namaz saatleri bilgisini asılması?
Bu durumda bilinç seviyemizi sorgulamamız gerekmez mi? Türkiye gibi Yunanistan’dan daha fazla Yunan uygarlıkları eseri bulunduran bir ülkenin eğitim müfredatına sanat tarihi dersi eklemesi uygun olmaz mı?
Bunun yanında olayları şartlarında değerlendirmek ve eserlerin batı uygarlığında çokça değer gördüğünü düşünmek de olası. Ayrıca doğu kültürünü temsil ettiklerini de düşünmek mümkün. Bu şahane görünümlü desenler doğdukları yerde olsaydı bu kadar dikkat çekmeyebilir, ziyaretçileri az olabilir ve şahane olamayabilirlerdi her zaman.
Bu müzeyi ilk müdürünün “ilgisizliği hak etmeyen koleksiyonların sığınağı” der, ana vatanlarında gördükleri muamele akla gelmez mi?
Dünyanın en romantik müzesi kabul edilen Victoria ile Albert Müzesi bir zamanlar Osmanlı olan ülkelerden ve komuşularından gelen eserlerden oluşmuyor elbette. Bir gün gezmeye gitmeye karar verirseniz dünyanın en büyük ve iddialı güzel sanatlar müzesi ve hatta atölyesi olduğunu hatırlamalısınız. Süsleme sanatları eserleri ve klasik ve modern tasarım eserleri ile….
Sonsuz kapasitesi olan bir çantaya benzetilen bu müzede daha neler yok ki! Elton John’un taşlı gözlüklerinden Charles Dickens’ın kalemliklerine kadar yerel eserleri ile muhteşemdir.
Sanatçı iseniz, sanata ilginiz var ise, müze gezgini iseniz, mutlaka gezmeniz gerektiğini düşünüyorum. Epik İran, biraz İtalya, zengin Asya, küçük bir Amerika…