Biliyorsunuz, önceki gece Şırnak-Uludere'de, son gelen bilgiye göre 35 vatandaşımız, TSK tarafından terörist zannedilerek uçaklar tarafından bombalanmak suretiyle öldürüldü. Genelkurmay Başkanlığı, öldürülen vatandaşlarımızla ilgili, "Olayın meydana geldiği yer, PKK'nın ana kamplarının olduğu, sivil yerleşim bulunmayan, Irak kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesidir" şeklinde açıklama yaptı.
Açıklamada, 'Çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda, içlerinde örgüt elebaşlarının da bulunduğu terörist grupların bölgede bir araya geldikleri ve sınır hattındaki karakol ve üs bölgelerimize yönelik saldırı hazırlığı içinde oldukları anlaşılmış ve ilgili birlikler ikaz edilmiştir' denildi.
Ancak görünen o ki, hazırlık konusu yanlış anlaşılmış, yanlış hedef belirlenmiş ve yanlış kişiler vurulmuş. Nereden mi belli? Öldürülenler arasında aynı soyadını taşıyan 20'ye yakın insanın bulunmasından. Hiçbir PKK'lı grup içinde, aynı soyadını taşıyan 20 kişi bulunmaz. Zaten sonradan açıklandığına göre, öldürülenler sınırdan kaçak mal taşıyan köylülermiş. Güneydoğu'da pek çok ailenin geçimini "kaçakçılık"la sağladığının bir devlet sırrı olmadığı bir yana, kimse kaçakçılık yaptı diye üstüne bomba yağdırılmasını hak etmez. Hukuk kuralları içerisinde terörizmin olduğu gibi kaçakçılığın cezası da bellidir. Geçelim.
Olayla ilgili, AK Parti adına üzüntülerini ifade eden Hüseyin Çelik ise, yaptığı açıklamada, "İnsansız hava araçlarının tespiti sonucu bu insanların terörist zannedilmesi sonucu saldırı düzenlenmiştir... Türkiye bir hukuk devletidir. Yapılan bir hata varsa, hukuk devleti mantığı içinde bu tespit edilecektir. Bunun gereği neyse bu yapılacaktır." dedi. Kesinlikle olumlu, olayın örtbas edilmeyeceğinin söylendiği bu konuşma, umudunu kaybedeyazmış yüreklere biraz olsun su serpti mi? Kanaatimce evet.
Ama mesele bitmiş değil. Çünkü olayın farklı vecheleri, analizi hak eden tarafları var...
Ki şöyle:
Siyasi İrade: 90'lı yıllar hakikaten ve çok şükür ki geride kalmış. Hükümet adına konuşan Hüseyin Çelik'in açıklamaları, en azından durumun vehametinin anlaşıldığı ve kabullenildiği izlenimi doğuruyor. Meselenin üstünü örtmeye çalışmadan, siyasi iradeye tabi bir kurumun canlara malolan hatasını kabullenmek, kesinlikle dikkate ve saygıya değer bir tavır. Ancak aynı hükümet sorumlulardan ivedilikle hesap sormadan bu işin peşini bırakırsa, başladığı noktaya geri dönmüş olur ve Kürt meselesini çözmek adına bugüne kadar yapılanların hepsi de berhava olur. Bizden söylemesi...
BDP: TSK'nin bombaları sonucu hayatını kaybeden köylüler için üç günlük yas ilan etmiş olan BDP'ye bir sorum var: "PKK üç genç kızın bindiği arabayı kurşun yağmuruna tutmuşken ve sonra da "pardon, bilemedik" demişken; aynı PKK, etnik köken itibariyle bir Kürt olan Mizgin Doru'yla birlikte, Doru'nun 6 yaşındaki kızının ve karnındaki oğlunun canını almışken ve sonra yine "pardon, bilemedik" demişken; ve benzeri onlarca olay hepimizin gözü önünde yaşanmışken yas ilan etmek aklınıza gelmedi de, şimdi mi geliyor?" Demek ki, Kürtlerin canı sözkonusu olduğunda bile konjonktüre ve faile göre hizalanıyorsunuz. Timsah gözyaşlarınız gerçek bir Kürtlük davasından değil, adamına göre yörünge değiştirmenizden kaynaklanıyor. İçinden intikam ve rövanş duygusu çıkarmaya çalıştığınız kan, biraz daha saygıyı hak ediyor. Sizin konjonktürünüzü, sizin vicdanınızı sevsinler.
Türk Silahlı Kuvvetleri: Önce, birinci ağızdan, bir hafta önce, bizzat dinlediğim bir tecrübe aktarımı: Evlenmeyi düşünen TSK mensubu bir yüzbaşı ile bir genç kız yakınları aracılığıyla tanıştırılırlar. Genç kızın başının örtülü olduğunu görüşme sırasında gören(!) subay, kıza örtüsü nedeniyle bu evliliğin gerçekleşemeyeceğini söyler, başını açarsa durumun değişeceğini de ekleyerek tabii... Kız, "önümüzdeki günlerde ben size mesaj atarım" dediğinde ise, subay paniğe kapılır, "sakın mesaj atmayın" der, gerekçesini söylemeden. Belli ki, orta kademedeki subayların telefonlarına gelen mesajlar, bir şekilde izleniyor ya da kontrol ediliyordur. Ve başı örtülü birinden mesaj almak bile, yükselmeyi düşünen bir subayı endişelendirebilecek derecede sakıncalı bir durumdur.
Kendi ülkesinin kadınlarının yüzde 70'ine yakınının başına örttüğü örtüyü hala bir "tehdit" olarak gören/görebilen TSK'nın, o eski hassasiyetlerini ısrarla korumaya devam etmesi bir yana; kuruma bağlı subayların mesajlarını bile kontrol edebilme kudretini haiz bir istihbaratı varken, PKK'lılar ile ortalama köylüleri nasıl ayırdebilemez? Var mıdır bunun bir izahı? Sizin istihbaratınızı, sizin vicdanınızı sevsinler.