Tam da "Ramazan geldi, 'Doğan Company'nin irtica geliyormuş gibi yapma hamleleri neden gecikti?" diye düşünmeye başlamışken; tam da "Hani bacağına kezzap atılan kızlar", "Nerede oruç tutmadığı için dayak yiyen gençler?" diye meraklara düşecekken; hatta "Ramazan geçti geçiyor, koskoca memlekette erkek hastaya bakmayı reddeden bir kadın doktor bulunamadı mı?" diye yerinmelere dalacakken; Malatya'dan gelen haber, kimsede latife filan yapacak hal bırakmadı.
Bu kez yalan söyleyen Hürriyet değildi; yangına benzinle giden sosyal medya ahalisiydi. Yine de olay üzerinden atlanıp geçilecek gibi değildi.
Maksat, hem Malatya'daki yetkililerin yatıştırma çabalarını; aleviler aleyhine bir eylemmiş gibi sunarak tansiyonu yükseltmeye çalışanların yaptıklarının yeni bir Sivas'a su taşımaktan öte bir anlama gelmeyeceğini söylemek; hem de vakti zamanında alevi vatandaşların yakıldığı bir ülkede Sünnilerin ne de çabuk galeyana gelebildiği üzerine birkaç kelam etmek.
Olay şu: Söylenene göre Malatya Süngü'de, ramazan davulunun sesinden rahatsız olan alevi bir aile, davulcuyu uyardı ancak davulcu çalmayı sürdürünce –iddiaya göre-, aile üyeleri tarafından tartaklanmış ve kendisine "sizin davulunuzu da, ezanınızı da susturacağız, göreceksiniz" denilmiş. Evli ailesi ise bu cümleyi kurduklarını da, davulcuyu darp ettiklerini de kabul etmiyor ve sadece aralarında sözlü tartışma geçtiğini iddia ediyor. Sonuçta olay belki abartılarak ilçede kulaktan kulağa yayılınca Sünnilerden oluşan bir grup; Evli ailesinin önünde toplanarak onları taciz etmeye, tekbir getirmeye, İstiklal Marşı okumaya başlamış. Bu durum birkaç gün tekrar edince yetkililerin ilgisini çekmiş ve bölgeye giden güvenlik kuvvetleri ve yöneticiler sayesinde olay sönümlenmiş.
Öncelikle şunu ifade etmek gerek: sosyal medyada yeralan aşırı yorumlar, haniyse provokasyona varan ifadeler; olsa olsa sıradan bir mahalle kavgası olması gereken gerginliklerin yatışmasına değil, alevlenmesine zemin hazırlar. Evli ailesinin evinin önünde toplananları o hepimizin çok aşina olduğu dille "gerici" diye aşağılayarak anmak, korku yaymak, bu ve benzeri olayları sönümlendirmeyeceği gibi, nefret tohumu, nefret duygusunu besler.
Nitekim bugün; Süngü'de sünni bir grubun alevi bir ailenin evinin önünde toplanarak tekbir getirmesinden Sivas'ı ve Maraş'ı yaşamış bir ülkenin vatandaşları olarak hep birlikte dehşete düşüyorsak; bunun sebebi, hem Alevilerin, hem de Sünnilerin kendi cemaatleri içinde kullandıkları ortak dillerin diğerini değilleyen ve diğerine nefret saçan bir söylem üretmesidir. Birbirine bunca nefret duyan iki grubun, rejim ideolojisinin "birbiriyle çatıştır-yönet" politikasını görmesi de mümkün olamamaktadır elbette.
Süngü'de yaşanan olaylarla ilgili hem bölgeye giden CHP vekilleri hem de Mazlumder birer rapor hazırladı. Mazlumder'in ve CHP'nin raporuna göre her iki taraf için de "abartı" denilebilecek hadiseler var. Sözgelimi ve alevi aile Sünni davulcuya "sizin davulunuzu da ezanınızı da susturacağız" demiş; ne de sosyal medyada aşkla ve şevkle iddia edildiği gibi Evli ailesinin ahırı yakılmış...
Sonuçta, basit bir sokak atışmasının mezhep çatışmasına nasıl dönüştürüldüğünü izlerken; Sivas'ı ve Maraş'ı düşünmeden edemiyor insan. Ne çabuk galeyana gelesimiz varmış... Bu kez devlet yatıştırma görevini değil de, bir zamanlar olduğu gibi derin müdahale yolunu seçseydi, Malatya Sivas olmaz mıydı? Olurdu, olurdu...
Ne diyeyim bravo her iki kesime de...
BAKAN FATMA ŞAHİN; MELEK'İN BABAEVİNDE
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Melek Karaaslan'ı konu aldığım yazım dolayısıyla telefonla aradı. Bakanlık olarak bu davaya müdahil olmayı planladıklarını ve adli tıp sonucunun biran önce çıkması için çalışmaların hızlandırılması çabası sarfettiklerini anlattı. Zaten bugünkü gazetelerde de büyük ihtimalle, Bakan Şahin'in Ağrı'ya gittiği ve Melek'in ailesiyle bir iftar yemeğinde bir araya geldiği haberlerini okuyor olacaksınız. Bakan Şahin'in Melek Karaaslan'la ilgili duyarlılığı takdire şayan, ilgisi minnettarlık uyandırıcı. Ama, Doğu'da bu ve benzeri şartlarda yaşayan ya da yaşamaya çalışan çok sayıda kadın olduğunu unutmayalım; kanaatimce o kadınların tespit edilmesi, devletin o kadınlara yardım elinin uzatması ve bunun sürdürülebilirliği için yeni birtakım strateji ve planlamalara ihtiyaç var. Melek Karaağaç'ın uğradığı kan dondurucu zulmü bir başka kadın daha tatmasın diye... Hiçbir kadın eziyet edilerek öldürülemesin diye..
(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)