Suriye'nin Türk uçağını düşürdüğü günden bu yana, hiçbir şey iyiye gitmiyor. Dün gazetelerin internet sitelerinde yeralan haberlere göre; Batılı diplomatik kaynaklar, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın kendilerine arama-kurtarma operasyonu kapsamında bölgeye gönderilen bir başka Türk uçağına da ateş açıldığı bilgisini verdiğini söylediler.
Yine dün, Suriye Dış İşleri Bakanlığı sözcüsü; yaptığı açıklamayla gerilimin ateşini düşürmek bir yana, tırmandırmayı seçmiş oldukları izlenimi verdi. Suriye'den yapılan resmi açıklamada, AB'nin negatif rol oynadığından tutun, Türkiye'nin NATO'yu toplamasına dek pek çok konu, "diplomatik nezaketle" değil, ancak "hem suçlu hem güçlü" savsözüyle açıklanabilecek ölçüde 'saldırgan' bir dille değerlendirildi.
Suriye'den gelen açıklamada, Türk Dış İşleri Bakanı'nı, "Suriye'de kriz başladıktan sonra mevcut durumu krizi derinleştirmek için çaba gösterdiler" diyerek suçlama yoluna gidilirken, "krizin çözülmesi muhaliflerin silahlandırılmasıyla olmaz" denilmek suretiyle, Türk uçağının düşürülmesindeki asıl sebep ortaya konmuş oldu:
Görünen o ki Suriye yönetimi, kendi halkını katletmesine duyarsız kalmayan ve dünya kamuoyunun da duyarsız kalmaması için çalışmalar sürdüren Türk hükümetine, kendince gözdağı vermek istedi. Türkiye'yle bir savaşa girmeyi göze alabilecek denli ölçüden ve akıldan yoksun bir strateji bu. Ancak Esed'in kendi halkını kurşuna dizmesini de akılla açıklayabilecek tek bir argüman hiç olmadı ki zaten...
Er ya da geç sonu devrilmek ve belki de acı bir ölümle dünyayı terketmek olan, işin ilginci bu nihai menzili tahmin de edebilecek durumda bulunan bir diktatörden, paniğe kapılmak, yalan söylemek ve saçmalamak beklenmez de ne beklenir?
Esed, Türkiye'nin uluslararası iddiaları ve moral değerlerini hedefleyen ve dünya kamuoyundaki saygınlığına yönelik olan böylesi bir kalkışmada yalnız olmayabilir. Türkiye'nin, Suriye güçlerinin yaptığı katliamları uluslararası kamuoyuna aktarma çabasına bir misillemede bulunmak isteyen Esed, bu sebeple birilerinin maşası haline gelmiş olabilir. Belki de gelmemiş, uçağı kendine güvenerek düşürmüştür. Burası mühim değil, sonuçta Türkiye'nin bölgedeki oyun kurucu rolünden rahatsız olan pek çok ülke var, Suriye de bunlardan biri...
Yani burada mühim olan Suriye'nin Türk uçağını düşürmesi ve ardından yaptığı açıklamalarla yalanlara doymadığını kanıtlaması değil. Mesele Türkiye'nin bundan sonra nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiği...
Hükümet muhaliflerinin "bir zamanlar dosttunuz, ne oldu da savaşın eşiğine geldiniz?" diyenleri duyuyor gibiyim; öte yandan çalınmaya başlanan savaş tamtamlarının sesleri geliyor kulağıma...
Ancak herkes susmalı, ne Suriye ile bir savaş ihtimali olmalı, ne de hükümet hergün onlarca, bazen yüzlerce insanı dünyanın gözü önünde katleden bir diktatöre karşı kamuoyu oluşturmaya çalıştı diye suçlanmalı... Türk dış politikası "komşularla sıfır sorun" politikası gereğince tüm komşularla iyi ilişkiler kurmaya çalıştı diye suçlanamaz, aynı zamanda katil bir diktatörün Müslüman halkı öldürmesine karşı çıktı diye de suçlanamaz...
Ancak işlerin bu raddeye gelmesi; artık Türkiye'nin sert ve etkili olan, ancak adı "savaş" olmayan bir tepki vermesini şart koşuyor, zorunlu hale getiriyor. Görünen o ki, ne BM'den, ne NATO'dan ne de AB'den fayda yok. Her zaman olduğu gibi Türkiye kendi göbeğini kendisi kesecek. Türkiye hem itidalli davranmak, hem de Suriye'ye bu yaptığının bedelini çatır çatır ödetmek durumunda... Hem Ortadoğu'daki rolünden ve Suriye konusundaki girişim ve tezlerinden vazgeçmeyip, hem de bir itibarsızlaştırma hamlesi olan, jet düşürme eylemine okkalı bir karşılık vermenin bir yolunu bulmak zorunda...
Üstelik yine ve bir kez yapayalnızken...
Sorumluluk sırtında olanlara Allah yardım etsin...
(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)