AB Bakanı Egemen Bağış’ın Kıbrıs gazetesine verdiği ve kendi önerisi üzerine “heceleyerek yeniden okuduğumuz” demecinden, o tartışmalı sözlerini “cımbızla çekip” bazı temel gerçeklere işaret etmek zorunlu hale geldi.
Bağış’ın Kıbrıs sorununa çözüm bulunamaması halinde Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanmasının seçeneklerden biri olduğuna dair sözlerinden bahsediyoruz. Başka bir ifadeyle KKTC’nin egemenliğinin ortadan kaldırılması ve adanın Türk ordusunun kontrolündeki yarısının Türkiye tarafından “ilhak” edilmesinden söz ediyoruz. 
Kendilerine danışılmadan, düşünceleri ve hisleri hesaba katılmadan ortaya atılan bu fikir elbette ki Kıbrıslı Türkleri yok saymak anlamına geliyor. AKP’nin Kıbrıslı Türklerle arasının çok da iyi olmadığını zaten yaşanan olaylardan biliyoruz. Nitekim Bağış’ın, yangına körükle giderek, KKTC’de sözlerini eleştirenleri “Rum sempatizanı” olmakla suçlaması, AKP’deki bozuk haletiruhiyeyi yeterince dışa vuruyor.
Burada konuya farklı bir açıdan bakacağız. Fakat önce bir hususun altını tekrar çizmekte yarar var. Türkiye 1974’te Kıbrıs çıkarmasını uluslararası anlaşmaların kendisine verdiği hakla gerçekleştirdi. Amaç ise “fütuhat” değil, “restorasyondu.”


Müslüman ülke beklentileri!

Türkiye’nin taraf olduğu hiçbir uluslararası anlaşma Ankara’ya “Kuzey Kıbrıs’ı ilhak etme hakkını” tanımıyor.
Türkiye böyle bir girişimde bulunduğu an uluslararası hukukun dışına çıkmış olacaktır. Esas o zaman “işgalci güç” haline düşecektir ve karşısında da sadece dünyayı ve Rumları değil, Kıbrıslı Türklerin göz ardı edilemeyecek bir bölümünü bulacaktır.
Bu arada Kuzey Kıbrıs’a yerleştirdiği Türkiyeliler nedeniyle -ki bugün bile Kıbrıslı Türklerin sayısını geçmiş bulunuyorlar- başkalarının topraklarını “kolonize eden ülke” konumuna düşecektir. Kıbrıs sorunu Türkiye için bugüne kadar yeterince baş ağrısı yaratmadıysa, esas o zaman yaratacaktır.
Öte yandan, AKP içinde bazıları, Başbakan Erdoğan’ın İslam âleminde Türkiye’ye sağladığı saygınlık sayesinde Ankara’nın Kuzey Kıbrıs’ı ilhak ederken Müslüman ülkelerden destek alacağına inanıyorlarsa hayal görüyorlar.
Çeyrek asırdan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen KKTC’yi ayrı bir devlet olarak tanımayı reddetmiş olan “dost ve kardeş Müslüman ülkelerin” ilhak konusunda destek vermelerini beklemek,  “gerçeklerle yüzleşmeyi reddetmekten” başka bir şey olamaz.
“Eğrisini” bırakıp, “doğru oturup doğru konuşacak” olursak, Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümü için çalışmaktan başka hiçbir seçeneği yok. Bu çözüm adada iki ayrı bağımsız devletin ortaya çıkması şeklinde de olabilir. Annan Planı sürecinde olduğu gibi, müzakereler Türkiye’nin elinde olmayan nedenlerle açmaza girerse bu seçeneğe uluslararası düzeyde belli bir destek de bulunabilir.


İlhak seçeneği yalanlama olur

Fakat tekrarlıyoruz, ilhaktan söz ediliyorsa, Türkiye Kıbrıs konusunda şimdi olduğundan da yalnız kalacaktır. Bununla kalmayıp BM’nin, AB’nin ve çeşitli ülkelerin ve örgütlerin kınamalarıyla karşılaşacaktır. Bunları görmek için “müneccim” olmak gerekmiyor. Konuya mantıklı bakan herkes bunu anlar.
Kaldı ki ilhak seçeneği, Türkiye’nin Kıbrıs’ta neredeyse 40 yıldır güttüğü en temel tezi kendi eliyle yalanlaması seçeneğidir. Nedeni de malum. Türkiye bu zaman zarfında, Kıbrıslı Türklerin “kendi kaderlerini tayin etmek hakkına sahip olan ayrı ve egemen bir millet olduğunu” ısrarla söyleye geldi.
Peki, mademki Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması seçeneklerden biri, o zaman bu seçenek “kendi kaderlerini tayin etmek hakkı olan” Kıbrıslı Türklere -ama KKTC’ye yerleştirilen “Türkiyelilere” değil- bir referandum yoluyla sorulacak mı?
Bağış’ın sözleri sayesinde Kıbrıs’la ilgili bu tür “ahret soruları” akla böylece peş peşe geliyor.
Sorumlu konumda bulunan kişilerin bazı şeyleri düşünmeden fikirlerini kontrolsüz bir şekilde beyan etmelerinin nelere yol açtığını bu vesileyle bir kez daha görmüş olduk.
Fakat son söz olarak tekrarlayalım: Uluslararası yasalara saygılı olan bir Türkiye, Kuzey Kıbrıs’ı ilhak edemez.

(Milliyet)