Dış politikayla ilgilenenlerin gözünden bakıldığında, Başbakan Erdoğan’ın AKP’nin 4. Olağan Kongresi konuşmasında ele aldığı konular itibariyle herhangi bir sürpriz yoktu.
Örneğin Suriye’deki gelişmeler ve İsrail ile ilişkiler konularındaki söylemi tümüyle tanıdıktı.
Öte yandan Erdoğan’ın konuşmasında bir konuya hiç değinmemesi fazlasıyla dikkat çekti. AKP’nin 2023’e doğru hedeflerini anlatan kitapçıkta, Türkiye’nin AB perspektifine elbette ki küçük de olsa bir paragraf ayrılmış. Buna karşın Erdoğan’ın kongre konuşmasında AB’nin adını bir kez dahi telaffuz etmemesi ilginçti.
İslamofobi uyarısı
AB konusu bir yana, “Avustralya’dan Brezilya’ya, Japonya’dan Kanada’ya” selam gönderirken “Avrupa’dan” hiç söz etmemesi de kaçınılmaz olarak dikkat çekti. Avrupa’ya tek referansı ise isim vererek Almanya ve Fransa’yı İslamofobi konusunda sert bir şekilde uyarması oldu.
Erdoğan’ın kürsüden selam gönderdiği ülkeler veya kesimlere baktığımızda da zaten, kendisini hangi coğrafyanın insanı olarak gördüğünü çıkarmak da güç değildi. Bunun ağırlıklı olarak “İslami” bir coğrafya olduğunu söylemeye ise gerek yok.
İslami referanslar
Bunu, başta Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmak üzere, kongreye katılan yabancı konuklardan da çıkarmak mümkündü. Katılanlar arasında Avrupa’dan ağırlığı olan tek bir siyasi lider yoktu. Sonuçta “küresel ve bölgesel önemi giderek arttığı” söylenen bir Türkiye’den söz ediyoruz.
Bu yaygın söylem karşısında, Avrupalı bir veya iki liderin de “Ankara Arena”da yapılan kongrede bulunması hem AKP’nin “dünya oyuncusu” olma iddiasına hem de hükümetin AB perspektifine hâlâ bağlı olduğuna dair savına ağırlık katardı.
Ancak bu olmadı. Söz konusu liderler ya davet edilmedi ya da edildiler ve gelmemeyi yeğlediler. Hangisi doğru bilmiyoruz; ama her iki hâlin manidar olduğu kesin.
Tabii, Almanya eski Şansölyesi Gerhard Schröder’in yanı sıra, Avrupa’daki çeşitli siyasi partilerden farklı düzeylerdeki bazı temsilcilerin kongreye az sayıda da olsa katıldıkları doğrudur. Ancak bu isimlerin sözünü ettiğimiz bariz açığı gidermek açısından yeterli olmadığı da ortada.
Erdoğan’ın konuşmasında AB kaynaklı “kriterlerden” çok, “İslami referanslara” ağırlık vermesi de herhalde bu az sayıdaki Avrupalı konuğun dikkatinden kaçmadı. Erdoğan’ın Yunus Emre’den alıntı yaparak konuşmasında telaffuz ettiği “uzun ince yol”un, Başbakan Özal’ın zamanında, AB kontekstinde dile getirdiği “uzun ince yol” ile aynı olamadığı da böylece biraz daha netleşmiş oldu. Hamas lideri Halit Meşal’in salonun coşkulu alkışları ve sevgi gösterileriyle karşılaşması da zaten, Ankara Arena’daki “mücahit ruhu” sergiler nitelikteydi. Uzun lafın kısası, “dünya ile ilişkileri geliştirmekten” söz edecek olursak, Erdoğan’ın artık ağırlıklı olarak “İslam âlemi” ile ilgilendiğini, AKP’nin de bu ana eksende kalacağını çıkarmak mümkün.
Akreditasyon çelişkisi
Bu elbette ki AB’nin unutulacağı veya NATO ile bağların zayıflamasına izin verileceği anlamına gelmiyor. Fakat AKP’nin o örgütlerle ilişkilerine, “sevgi ilişkilerinden” çok “konjonktürün gerektirdiği zorunlu ilişkiler” olarak baktığını çıkarmak zor değil.
Gerçi krizden krize giden Avrupa’daki mevcut atmosfer de Türkiye’nin AB perspektifini olgunlaştırmak açısından şu aşamada çok uygun değil. Ancak Türkiye’deki reform süreci açısından bu perspektifin lokomotif gücü her zaman önemli olmuştur.
İyice zayıflamış bir AB perspektifi karşısında Türkiye’nin, “ileri demokrasinin” gereği olan reformları yapıp yapamayacağı ise tartışmaya açıktır. Bugüne kadar yaşananlara bakarsak bunun kolay olmayacağını çıkarabiliriz.
Kaldı ki başta Türkiye’nin en eski gazetelerinden olan Cumhuriyet olmak üzere, hükümetin sevmediği gazetelerin kongreyi izlemelerine izin verilmemesi, geçmişte TSK’nin “akreditasyon yasaklarından” çok şikâyet etmiş olan AKP açısından bir çelişki olduğu kadar, bu partinin “ileri demokrasiden” ne anladığına dair kuşkuları da iyice körüklemiştir.
(Milliyet)