İstanbul’daki Davos Ekonomik Forumu çerçevesinde yıldızı parlayan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın sözleri dışarıda dikkat çekmeye başladı. Örneğin Wall Street Journal’a verdiği demeçte Euro krizinin Türkiye’nin 2023 yılına kadar dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olmasını kolaylaştıracağını söylemiş.
Bu ilk bakışta Almanların “Schadenfreude” dedikleri ve Türkçeye kabaca “size oh olsunculuk” diye çevirebileceğimiz hissiyatın yansıması olarak görülebilir. Özetle, bazıları Babacan’ın dolaylı yoldan, “AB’de bize kötü davrandınız, ama sorunlarınız şimdi bize yarıyor, buna müstahaksınız” demeye getirdiğini düşünebilirler.
AB Bakanı Egemen Bağış olsaydı, bu doğru olabilirdi. Ancak bunu söyleyen kişi Dışişleri Bakanlığı’ndan bu yana soğukkanlı ve gerçekçi yaklaşımları ile tanıdığımız Babacan olduğu için, bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Zaten Babacan’ın söz konusu mülakatında verdiği en önemli öğütler euro ile ilgili.
Yumurtalar ve aynı sepet
Babacan bu konuda, “Batsın bu euro” yaklaşımından çok, “Euro’dan sakın vazgeçmeyin, Yunanistan’ın euro’dan çıkmasına izin vermeyin ve bunları başarmak için bir an evvel Avrupa’da finansal birliği sağlayacak güçlü liderliğe yönelin” anlamına gelen sözler sarf etmiş.
Sonuçta Babacan Türkiye’nin de, AB’de istikrarlı bir euro’ya, sürdürülebilir büyümeye ve bunu sağlayacak siyasi yapıya muhtaç olduğunu fark edenlerden. Avrupa ile ticaretimizin kriz yüzünden göreli olarak gerilediği ve bunun da bizi yeni pazarlar aramaya zorladığı ortada.
Bu özde iyi bir şey zira tüm yumurtaları bir sepete koymak her zaman risklidir. Ancak önümüzdeki 20 yıl zarfında, sadece ticari açıdan değil, dış yatırımlar ve en önemlisi teknoloji transferi açısından Avrupa’nın Türkiye için öneminin azalacağını düşünmek de gerçekçi değil.
Sonuçta AB tarihinin en ciddi finansal krizi ile boğuşuyor olsa bile, dünyanın en büyük ekonomik bloğunu teşkil ediyor. Bu birliğin İkinci Dünya Savaşı sonrasında hangi ekonomik zorunluluklardan dolayı ortaya çıktığını düşünürsek, niçin istese de dağılamayacağını daha iyi anlarız.
Hararetli tartışma sürüyor
Burada tarih dersine girecek değiliz, ancak şunun altını çizmek lazım: AB dağılmayacak, sadece yaşananlar ışığında şekil değiştirecek. Türkiye de ortaya çıkan “yeni AB” ile ilişkilerini her halükarda zorunlu olarak sürdürecektir.
Avrupa’da şu anda bu gelecek konusunda hararetli bir tartışma sürüyor. Bunun bir ucunda, tam anlamıyla federal bir Avrupa görmek isteyen Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble gibileri var. Diğer ucundaysa egemenlik kaybı getireceği için buna ciddi şekilde karşı olan Macar Ekonomi Bakanı Gyorgy Matlocsy gibi düşünenler var.
Ekonomik kriz nedeniyle Avrupa’da yükselen aşırı sağın da körüklemesiyle yayılan AB aleyhtarlığına rağmen, birliğin, başta kıtanın lokomotif ülkeleri arasında olmak üzere, ilk etapta ekonomik açıdan federal bir yapıya yöneleceğini tahmin edenlerin sayısı ağır basıyor.
Buna karşı olan ülkelerin ve kesimlerin ise ekonomik gerçekler nedeniyle, istemeseler de, bunu kabul etmek zorlunda kalacakları öngörülüyor. Kaldı ki, ister Yunanistan, ister İrlanda, ister Macaristan olsun, ekonomik krizle boğuşan tüm AB üyelerinin şu anda bile ekonomik açıdan ne denli egemen oldukları tartışılabilir.
Babacan’ın “güçlü euro ve güçlü AB” anlamına gelen öğütleri de bu nedenle önemli.
Sonuçta o da Türkiye’nin ilerde iş yapacağı Avrupa’nın özellikle ekonomik açıdan çok daha entegre olacağını öngörüyor.
10 ülke arasına gireceksek
Öte yandan, sıkıntı içinde olan memur, işçi, emekli ve işsizlerimiz açısından Babacan’ın sözleri ilk etapta tabii ki fazla ki bir şey ifade etmiyor. Ancak bu sıkıntıların Avrupa’dan değil içerdeki yapısal bozukluklardan kaynaklandığı da bir gerçek. Makroekonomik açıdan sağlıksız bir Türkiye’nin ise bu bozuklukları gidermesi zor.
Fakat şu da kesin: Babacan’ın hayalindeki gibi, 2023’e kadar kalkınmış ilk on ülke arasında gireceksek, makroekonomiyi sağlam tutmanın yanı sıra, AB ile uyumlu bir şekilde içerdeki sosyal adaletsizliği de gidermek zorundayız.
(Milliyet gazetesinden alınmıştır)