Dünkü Milliyet’te görmüşsünüzdür. “Zekâ ölçüsü” yani “IQ” (Intelligence Quotient) üzerine çalışmalarıyla tanınan araştırmacı James R. Flynn’e göre, “gelişmekte olan ülkeler” sınıfındaki Türkiye’nin IQ’sunda son yıllarda ciddi artışlar olmuş.
Flynn’in söylediklerine bakılırsa kalkınmış ülkelerin IQ seviyelerini yakalamamıza fazla zaman kalmamış. Bu tespitlerin doğru olmasını candan temenni ederiz, zira zekâmızla davranmamızı gerektiren sorunlarımız yığılmaya başladı.
Ancak, “zekâmız” konusundaki bazı kişisel düşüncelerimi de burada ifade etmek isterim.
Psikologlar ne der bilmiyorum, ama Türklerin son derece “zeki” olduğu bence aşikâr. Buna karşın “entelektüel zekâ” açısından az gelişmiş bir millet olduğumuz da ortada.
Başka bir ifadeyle, günlük hayat için elzem olan “pratik zekâ” ve bununla bağlantılı olan “kurnazlık” gibi vasıflar açısından sıkıntımız yok. Ancak, bilinçli bir öğrenme çabası isteyen ve karşılaştırmalı değerlendirmelere dayanan eleştirel ve nesnel bakış açıları için gerekli olan “entelektüel zekâ” açısından, ne yazık ki, hâlâ fukarayız.
Entelektüeller ve kurulu düzen
Fukara olmayı bırakın, kültürümüz açısından bakıldığında, “entelektüel zekâ” bizde hiçbir zaman “meziyet” sayılmadı. Aksine, yapıları itibariyle hoşa giden şeyleri değil, hoşa gitmese de doğru gördükleri şeyleri dile getirme cesareti sergileyen entelektüellerimiz, kurulu düzenimiz tarafından hep “tehdit” olarak algılandı.
Bu yüzden de mekânları sık sık hapishane oldu, olmaya da devam ediyor. Bu ülkede entelektüeller aynı zamanda, pratik zekâsı bol olan, bu yüzden “ağzı laf tutan,” fakat “bilinç” ve “içerik” açısından derinliği olmayan geniş kesimler tarafından da hep aşağılandılar.
Birbirinden çok farklı dünya görüşleri olan farklı aydınlarımıza farklı zamanlarda atfedilen “cahillerle girdiğim bütün tartışmaları kaybettim” lafı da bundan kaynaklanıyor olsa gerek.
Fakat Türkiye sadece pratik zekâ ile yönetilebilecek kadar basit bir ülke değil artık.
Kürt meselesine bakalım. Pratik zekâ insanlara, “BDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırın, PKK terörünü önlemek için de Kandil’i yerle bir edin” dedirtiyor. Entelektüel zekâ ise, “dünyada bu gibi durumlarda yasakların, yakıp yıkmanın çözüm sağladığı örnek yok” diyor.
CHP’ye bakıyoruz, örneğin bir “Oslo sürecini,” siyasi prim sağlama gibi pratik ancak sorunun vahameti karşısında yüzeysel sayılabilecek hesaplarla kullanmaktan çekinmiyor. Oysa tüm ülkeyi ilgilendiren ve çözümü entelektüel zekâyı gerektiren ciddi bir durumla karşı karşıyayız.
İki tür zekâ arasındaki tutarsızlık
AKP kanadında da durum çok sağlıklı değil. Bir gün “teröristle görüşmeyiz” deniyor, başka bir gün “gerekirse teröristle de görüşülür” deniyor. Bu arada hem “ileri demokrasi” deniyor, hem de demokratik yoldan seçilmiş insanların dokunulmazlıklarına “dokunulmaya” çalışılıyor.
Özetle AKP de, entelektüel zekâya dayanmak yerine, anlık gelişmelere göre davranıp, iki tür zekâ arasında tutarsızca gidip geliyor. Türkiye’nin 10 yıllara dayanan köklü sorunları da bu yüzden bir türlü çözülemiyor, aksine derinleşiyor.
Bireylerin IQ’ları biyolojik nedenlerle düşük olabilir. Ama toplumlarınki düşük ise bu o toplumdaki genetik bir soruna değil, eğitim sistemindeki bozukluğa işaret eder. Nitekim mevcut eğitim sistemimiz çocuklara ve gençlere, bir konuya dört yandan ve eleştirel gözle bakıp değerlendirmelerini değil, önceden belirlenmiş olan tek boylu çerçevelerden bakmalarını öğretiyor.
Kısacası Türkiye’de özde değişen bir şey yok. Amaç hâlâ, kendisi için düşünen ve sorunları eleştirel bir gözle değerlendirip nesnel verilere dayanarak çözmeye çalışan nesiller yetiştirmek değil. Çaba hâlâ “düşünce ve bilinç açısından” tek düze nesiller yetiştirmek. Bu eskiden “Atatürkçülük” adına yapılıyordu, bugün ise arzulanan “dini nesiller” adına yapılmaya çalışılıyor.
Fakat Flynn’in tespitleri gerçekten doğruysa ve Türkiye’nin IQ’su her şeye rağmen artıyorsa, ülkemizde “entelektüel bilincin” gelişmesi için gene de umut var demektir.
(Milliyet gazetesinden alınmıştır)