İnsanlık dışı olayların yaşandığı Suriye derken, Batı’da yaşanan gariplikleri de gözden kaçırmamak gerekiyor. Gelişmelere bakılırsa Avrupa’daki ırkçılara ve İslam düşmanlarına yeni bir fırsat kapısı açılıyor.
Almanya’nın Köln kentinde bir yerel mahkemenin erkek çocukların sünnetini yasaklamaya çalışmasından sonra, Danimarka’da da benzeri gelişmeler yaşanıyor. Bu sürecin ırkçılığın giderek arttığı Avrupa’nın diğer ülkelerine de sirayet etmesi olasılığı ciddidir.
Geert Wilders gibileri sayesinde İslam düşmanlığının doruk yaptığı Hollanda ve “yardım” adı altında fakir halka domuz çorbası dağıtmak suretiyle bu konudaki duruşlarını açığa vuran grupların peyda olduğu Fransa akla gelen sadece iki ülke.
İşin garip yanı, sünnet işini şimdi amaç edinenlerin bu uygulamayı “erkek çocuklara karşı barbarlık” olarak sunmaları ve “çocuk hakları” adına hareket ettiklerini iddia etmeleridir.
Oysa Yahudi cemaatleri nedeniyle sünnet Avrupa’da on yıllardır değil, yüz yıllardır var.
ABD’deyse sünnet Müslüman veya Yahudi olmayan milyonlarca Hıristiyan’ın sağlık adına erkek çocuklarına doğar doğmaz yaptırdıkları bir uygulama olmaya devam ediyor. Konunun şimdi ve bu şekilde gündeme getiriliyor olması bu nedenle manidar.
Hz. İsa’nın sünnetini tasvir eden Rönesans devri resimlerin dahi olduğu düşünülürse, buradaki amacın Avrupa’yı Müslümanlar için yaşanamaz bir yer haline getirmek ve İslam dünyasından kaynaklanan göçü caydırmak olduğunu düşünmek herhalde yanlış olmaz.
Ancak Avrupa bir sorunla karşı karşıya bulunuyor. O da Avrupa’daki Yahudilerden sünnetin yasaklanması çabalarına gelen itirazlar. Sonuçta bu mesele, Müslümanlar kadar, bazı dini adetleri Müslümanlarınki ile aynı olan Yahudileri de ilgilendiriyor.
Avrupa’nın göbeğinde kitle halinde gaz odalarında imha edilen bir ırk olarak Yahudilerden yükselen sesler de Avrupalı iktidarları zor durumda bırakıyor. Çünkü tarihten kaynaklanan büyük mahcubiyet nedeniyle Yahudilerin bu itirazları ses getiriyor.
Nitekim Almanya Başbakanı Merkel, Köln Mahkemesi’nin ortaya çıkardığı ve aşırı sağcıların hemen sarıldıkları bu meseleden duyduğu sıkıntıyı açıkça ifade edip konuya müdahale etmek zorunda kaldı.
Bu durum aynı zamanda Ortadoğu’da yaşananlar nedeniyle normal şartlarda birbirlerinden nefret eden Avrupa’daki Müslümanlarla Yahudileri de ilginç bir şekilde aynı safa itmiş bulunuyor. Bu vesileyle herkes “İslamofobi” ile “antisemitizmin” farklı şeyler olmadığını görüyor.
Fakat işin asıl önemli yanı, aşırı sağcı Avrupalıların Müslümanlardan kurtulmak için meseleleri bu noktaya taşımaya hazır olmalarıdır. Avrupa’da tarihte görülmemiş barbarlığa maruz kalmış olan Yahudilerin de bu nefretten etkilenmeleri ise umurlarında değil.
Zaten vasat bir Avrupalının, kültürel refleks olarak, antisemitizmden kurtulabileceğine inananlardan değilim ki, İslamofobi için de aynısı söylenebilir.

* * *

Yollarımızın 11 yıl önce bir an için kesiştiği Aydınlık yazarı Sabahattin Önkibar, çarşamba günkü sütununda, Tuğrul Türkeş’i aşağılamak amacıyla, başkalarının yanı sıra beni de hoş olmayan bir şekilde kullanıp şunları yazmış:
“Dahası, Tuğrul Türkeş’in gençliğindeki lümpen ve anti milliyetçi duruşu ile seyrini, onun okul arkadaşı olan Milliyet yazarı Semih İdiz’den Star Grubu’nda beraber çalışırken defalarca dinlemiş ve Tuğrul’un ülkücüler için ettiği aşağılayıcı sözleri çok işitmiştim.”
Tuğrul Türkeş ile Ankara Koleji’nde aynı yıllarda okumuş olsak da, farklı sınıflarda olduğumuz için ima edildiği kadar yakın bir arkadaşlığımız yoktu. İleriki yıllardaysa kendisiyle sadece birkaç görüşmemiz oldu.
Ancak, tanıdığım kadarıyla, kendisinden hiçbir zaman “lümpen bir anti-milliyetçi” olduğuna dair izlenim edinmediğim gibi, ülkücüler için aşağılayıcı sözler sarf ettiğini de işitmedim.
Yazısında “Tuğrul’u çok iyi tanıdığını” belirten Önkibar’ın, haber vermeden beni, üstelik ilgisiz olduğum siyasi veya kişisel kavgasında, bu şekilde kullanmasını kibar bir hareket olarak görmem mümkün değil.


(Milliyet gazetesinden alınmıştır)