Türkücülerin ve şarkıcıların dahi Twitter üzerinden Suriye’ye karşı savaş çığırtkanlığı yaptıklarını görüyoruz. Oysa son derece hassas bir süreçten geçiyoruz. Yoksa Türkiye arzulanmayan ve yalnız kaldığı bir noktaya sürüklenebilir.
Burada bazılarının belki de duymak istemedikleri şeyleri telaffuz etmek gerekiyor. “Şeytanın avukatlığını” yapmaktan da söz etmiyoruz. Bunu “şeytana uymamak için” yapıyoruz.
İlk husus, hava kuvvetlerimize ait uçağın Suriye hava sahasına girip girmediği ve tam olarak nerede düşürüldüğü sorusudur. Cumhurbaşkanı Gül, söz konusu uçağın hava sahası ihlalinde bulunmuş olması olasılığından söz etti. Yabancı ajansların da altını çizerek odaklandıkları husus bu oldu.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu da dün, “Suriye’ye karşı bir misyonu olmayan” uçağın yanlışlıkla Suriye hava sahasına girdiğini teslim etti. Ancak hemen çıktığını ve uluslararası hava sahasında vurulduğunu söyledi. Dışişleri Bakanımıza inanmak durumundayız.
Yalanlamaya çalışabilirler
Uçak uluslararası hava sahasında vurulduysa “savaş halinde sıcak takip hakkı” olsa bile işin rengi değişiyor. Ancak, sadece Suriye değil, bölgede -başta Rusya olmak üzere- radar sistemleri bulunan ülkeler Ankara’yı yalanlamaya çalışabilirler. Buna hazırlıklı olmalıyız.
Uçak hava ihlali sırasında vurulduysa bile, ihlali gerçekleştiren unsura hemen ateş açılması teamülden değil. Olsaydı Ege’de enkazdan geçilmezdi. Normal şartlarda bu gibi durumlarda uyarı prosedüründen geçilmesi beklenir.
Ancak, “teamül” ile “yasallık” arasında fark var. Suriye rejiminin şu anda, uluslararası düzeyde pompalanan, “Türkiye Suriye’ye girecek” gazıyla birlikte, “savaş psikolojisinde” olduğunu da unutmamak lazım.
Öte yandan, Davutoğlu’nun, “Suriye’ye karşı bir misyonu yoktu” açıklamasına rağmen “Uçağın böyle bir dönemde orada ne işi vardı?” sorusunun yine de sorulacağını tahmin ediyoruz. Sonuçta “silahsız bir deneme uçuşu” olsa bile, o bölgenin şu anda askeri açıdan hassas olduğu biliniyor.
BM’ye de taşınabilir
Yazılıp çizilenlerden anladığımız kadarıyla Türkiye’nin Suriye’ye tepkisinin “sert” olması bekleniyor. Bunun ne olacağını göreceğiz, ancak beklerken NATO konusuna bakalım. Türkiye’nin konuyu NATO’ya götürmesinden söz ediliyor.
Fakat uçağın Suriye hava sahasında düşürülmüş olması halinde, İttifak Antlaşması’nın “Birimize saldırı hepimize saldırıdır” anlayışına dayanan 5. maddesinin işletilmesi zor. Yokladığımız diplomatlar bu görüşteler.
Sonuçta, Türkiye’nin egemenlik hakları değil, Suriye’ninkiler ihlal edilmiş oluyor. Bu durumda NATO’dan, “teamüllere karşı davranmış olması” nedeniyle Suriye’ye yine de “sert kınama” gelebilir.
Öte yandan diplomatlar, uçağın uluslararası hava sahasında vurulmuş olması halinde bile, NATO’nun tepki vermesinin zor olacağını belirtiyorlar. Birisinin ifadesiyle, “Bir uçağın, üstelik tartışmalı bir konumda, düşürülmesinin İttifak’ın misillemesine yol açması zayıf bir olasılık.”
Türkiye’nin konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne taşımasından da söz ediliyor. Beklenti, Güvenlik Konseyi’nin Suriye’yi kınaması ve “durumun tekrarlanması halinde tedbir alınacağını” söylemesidir. Ancak burada da sorun var.
Rusya’yı unutmamak lazım
Suriye’ye askeri destek veren ve muhtemelen o ülkedeki radar tesisiyle Türk uçağının koordinatlarını Suriyeli askeri makamlara iletmiş olan Rusya faktörünü unutmamak lazım. Türkiye’yi zaten “Suriyeli muhalifleri silahlandırmakla” suçlayan Moskova’nın, Ankara’yı tatmin edecek bir kararı desteklemesi mümkün değil.
Türkiye tabii, BM Şartı’na dayanarak “meşru müdafaa” hakkını kullanıp Suriye’ye karşı tek taraflı bir askeri misillemede bulunabilir. Ancak bu, bazılarının arzuladıkları gibi, Türkiye’nin yalnız kalmış olarak Suriye’deki rejimle çatışmaya girmesini de beraberinde getirebilir. Rusya’nın ve İran’ın da işe bir şekilde bulaşmaları göz ardı edilemez.
“Ulusal onur” adına savaş çığırtkanlığı yapmak kolay. Ancak, Suriye meselesinin bizim için şimdi daha karmaşık bir hal aldığını görerek, adımlarımızı buna göre atmamız gerekiyor. Hükümet de kuşkusuz bunun farkında.
(Milliyet gazetesinden alınmıştır)