1599 yılının Eylül ayında İstanbul’da, İngiltere'den getirilen bir orgun kurulma telaşı vardı. Sultan’ın tebasının ilgisi bir tarafa saray erkanı dahi çok heyecanlıydı. Çünkü gelen ‘şeytan icadı’ bir şey idi, saat idi ve mekanik idi. Üstelik de Elizabeth isimli bir kadından gelmiştir.

Tahta çıkışının üçüncü yılında, İngiliz Kralı Padişahımıza içinde körüklü bir musiki aleti olan bir mucizevi saat yolladı. Bu koskocaman saat ve beraberindeki heyet için İngiltere'den gelen gemiden çıkartılan parçalar, çarklar, tasvirler, heykeller, Has Bahçe'nin Haliç'e bakan bir yamacına haftalarca uğraşılarak takıldı. Seyir için Haliç'in yamaçlarında toplanan ve sandallarla gelen kalabalık, devasa saatin gürültülü korkunç bir musikiyle çalışmasıyla, adam büyüklüğündeki heykellerin, tasvirlerin, birbirlerinin çevresinde manidar hareketlerle döndüklerini, sanki kul yapısı değil, Allah yapısıymışlar gibi makama uygun olarak kendi kendilerine zarafet ve mana ile hareket ettiklerini ve saatin de çan misali vuruşlarıyla bütün İstanbul'a vakti duyurduğunu hayret ve hayranlıkla gördüler.

Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı isimli fantastik romanında böyle yazar İngiliz kraliçesi I. Elizabeth’in Osmanlı Sultanı III. Mehmet’e hediye ettiği org ile ilgili.

Kitap bir roman olsa da org hikayesi gerçektir, üzücüdür, çünkü sonu hazindir. İngiliz tarihçiler ise hala ‘nasıl olabilirdi?’ ‘nasıl yapılıp, taşındı ve monte edildi?’ türü soruların peşindedir. Amaçları dönemin teknolojisine hakim olmaktır.

Bir eylül ayında padişahın huzuruna çıkan, bizde saat denilen orgun gönderilme hikayesi şöyledir;

İngilizler, Osmanlı ticaretinden pay koparmak, kara ve denizlerde serbestçe ticaret yapmak için Venedik ve Fransa gibi davranmadılar. Osmanlı otoritelerini Valide Sultan’dan müftüye, şeyhülislamdan bostancı başına kadar hediyelere boğmaları gerektiğini anladılar ancak becerilerini 3. Mehmet’e kadar askıda tuttular. İngiliz tüccarlar da en iyi hediyeyi verme telaşındaydı Venedikli, Cenevizli ve Fransızlar gibi. İngilizler bir org getirerek karşılığında Katolik İspanya ve Fransa’nın ticarette etkinliği kırıp Osmanlı sularında ticaret hakkını kazandılar…dünyanın şimdiye kadar verilmiş en pahalı hediyesi ama kazanımı daha da muhteşemdi…

Ne yaptılar? Nasıl yaptılar?

Kehanete göre İstanbul bir Konstantin tarafından kuruldu ve bir diğer Konstantin zamanında elden çıktı. O halde, Türkler için de aynı kehanet gerçekleştirilebilirdi. Bir Mehmet fethettiyse diğer bir Mehmet kaybedebilir. O da, başta olan 3. Mehmet idi. Bu kehanet de doğru çıktı, fetih gerçekleşti ve İstanbul geri alındı; ticari imtiyaz anlaşması imzalandı. Ayrıca Sultan Mehmet o zaman Macaristan’da Kutsal Roma İmparatorluğu üzerine seferdeydi.


Elbette bu fetih toprak ele geçirmek değil ülke kaynaklarını, zenginliklerini, üretim gücünü ele geçirmeye dönüktü. Çünkü İngiltere Avrupa’nın en büyük kalay madeni üreticisiydi ve Türkler de en büyük alıcısı. Ayrıca baharat, ipek, ham tiftik, zeytin…ne şahane ticaret kalemleri…

Diplomaside detaylara hakimiyet bu olsa gerek; Elizabeth sadece bu muhteşem orgu göndermedi. Oğlu üzerinde etkisinin büyük olduğunu düşündüğü Safiye Sultan’a da bir araba gönderdi. Valide Sultan da kendisine oğlunun imzalamış olduğu anlaşmanın arkasında durmak için elinden geleni yapacağını yazdı.


Valide ayrıca İngiliz krallığında yüz için kullanılan damıtılmış sulardan ve ellere sürülen kokulu yağlardan istedi. Nasıl yüzüne sığdırdı bir valide sultan diye merak edebilirsiniz ama güzel olma ve onu muhafaza etme çabası işte…Tudor dönemi diye isimlendirilen bu dönemde kadınların ve tabi kraliçenin de yüzünü kireç beyazlığına boyaması adettendi. Bu adet Osmanlı topraklarına kadar ilerlemişti.

Hediye gönderme deyince bunun ne olduğu, kime ne gönderildiğinin listesini yani ticaret imtiyaz hakkının kaç İngiliz altınına mal olduğunun belgesini British Library kayıtlarında bulabilirsiniz. Günümüz parası ile feci bir rakam ama ticaretin de ziyadesiyle kazançlı olduğu düşünülünce bu hediyelerin imtiyaz için ne kadar zaruri olduğu anlaşılabilir.
 

İşte bu son derece kıymetli hediye, Thomas Dallam isimli usta tarafından yapılan org, Şubat 1599 itibariyle Londra’dan İstanbul’a doğru İngiliz gemisi Hector ile yola çıktı. Usta Dallom da monte etmek için kendisiyle…Doğu ile ticaretin daha da artması umudu ve duası ile.

Gemi Cebel-i Tarık Boğazı’nı geçip Rodos, Mısır ve İskenderun üzerinden geçerken İngiltere hala İspanya ile savaş halindeydi.

Dallom, org götürmenin yanında doğu hükümdarına yaptığı seyahatini, İstanbul'daki gözlemlerini bir de kaleme aldı. Daha da şahane olan iş, günce/hatıratının tahrip olmadan günümüze kadar gelebilmiş olmasıdır ve günce de British Library tarafından muhafaza edilmektedir, okumak da mümkündür. Hem Elizabeth dönemi ve hem de modern dönem İngilizcesi ile…

Bu esere göre padişah kendi kendine de çalabilen ve üzerinde bir de saat bulunan bu orgdan çok hoşlandı. 5 metre yüksekliğinde idi ve tabi kıymetli taşlarla süslüydü. Orgun merkezinde 24 saatlik dilimli saati, ay ve güneşin hareketlerini takip ederek her saat başı çalıyordu, tepedeki horoz yardımıyla…

Bu saatten yaşayan iki tane daha var günümüzde…bir tane British Library ve bir tane de Oxford Ashmolean Müzesi’nde…

Bu hediye sürecinde kraliçe ve sultanın şaşırtıcı yazışmalarına da tanıklık etmek hoş olur kanaatimce. Osmanlı sultanı İngiliz kraliçesine yazarken ‘en hoş yağmurun bulutu’, ‘asalet ve faziletin en tatlı pınarı’ şeklinde hitap etti.

Elizabeth de karşılık olarak ‘en yenilmez, Hristiyanlık inancının sapkınlara karşı en güçlü savunucusu’, ‘Doğu imparatorluğunun egemen hükümdarı…Büyük Türk’ türü iltifatlar gönderdi.

Buraya kadar okuma sabrı gösterenlerden inanmayan olur diye İngilizce versiyonunu not düşmek istedim. Zira inanılır gibi değil, değil mi?

…cloud of most pleasant raine…sweetest fountaine of noblenesse and virtue…

…The Grand Turk…the most invincible and most mighty defender of the Christian faith against all kinds of idolatries…to the most sovereign Monarch of the East Empire…

Tarihi hakikatleri romanlardan mı öğreneceğiz?’ diye sorabilirsiniz…filmlerden iyidir derim.


 

Ayrıca sanat ve tarih analizi de yapar Orhan Pamuk ve bu org ile ilgili kitabını şöyle tamamlar, “İstanbul halkının ayak takımı ve alıklar kalabalığıyla birlikte kayıtsız bir hayranlık duyduğu saatin Padişahımız ve dinine düşkün yobaz takımı için keferenin gücünü gösterir haklı bir huzursuzluk kaynağı olduğunu Kara ve Ester bana ayrı ayrı yetiştirdiler. Bu çeşit dedikoduların arttığı bir devirde, ondan sonraki Padişah Sultan Ahmet'in bir gece yarısı Allah'ın bir ilhanlıyla uykusundan uyanıp, gürzünü kapıp Harem'den Has Bahçe'ye inip saati ve heykellerini tuzla buz ettiğini işittik. Haberi ve söylentileri yetiştirenler, Padişahımızın uykusunda Peygamberimiz Hazretleri'nin mübarek yüzünü nur içinde gördüklerini, Resulullah'ın ona resimlere, hele insan misali olup…Allah’ın buyruğundan ayrılacağını söyleyip uyardığını, Padişahımızın da gürzünü daha rüyayı görmekteyken kaptıklarını ekliyorlardı. Padişahımız da olayı sadık tarihçisine aşağı yukarı böyle yazdırdı. Bu kitabı, Zübdet-üt Tevârih’i, hattatlara keselerle altın verip hazırlattı, ama nakkaşlarına resimlettirmedi.”

‘En güzel bulutun yağmuru’ Kraliçe Elizabeth’den gelen bu org yok olduysa ne yapmalı?

Neredeyse aynısı olduğu düşünülen, aynı ustanın elinden çıkan bu orglardan bir tanesi Cambridge Üniversitesi, King's College Şapeli orgudur, bir tanesi Worcester Katedrali orgudur ve diğeri de Durham Şehri Katedrali orgudur. Bunlar İstanbul’da ziyan edilen orgla çağdaş kabul edilir.

İngiltere’de ikamet edenlerin büyük zevkle gezeceği Durham Türkiye’den gelen gezginler için uzak kalabilir, seyahat süresi yetmeyebilir. O zaman Cambridge King's College şapelçiği içindeki org görülmeye değer. Kafanızı kaldırıp seyrettiğinizde Topkapı Sarayı’nın hangi köşkünde daha hoş durabileceğini hayal edersiniz.

Biraz da üzülebilirsiniz haklı olarak.