Biz tiran değiliz... Aptal değiliz... Zavallı hiç değiliz... Sizler kadar (!) olmasa da, kıraat etmişliğimiz var... “Helva” demesini de biliriz, “halva” demesini de biliriz.
Deneysel tiyatroyu da biliriz, klasik tiyatroyu da biliriz...
Ionesco’yu da biliriz, Gergedan’ı da biliriz...
Brecht’i, Kafkas Tebeşir Dairesi’ni, Epik’i, Ferhan’ın epik uçmalarını, Edward Albee’yi, Harold Pinter’ı, Balıkçı’yı, Orhan Alkaya’yı...
Bilmesek de, bir yerlerden duymuşluğumuz vardır.
Söylemesi ayıptır, sanatın ne olduğunu, nasıl neşvü nema bulduğunu, hangi ortamlarda geliştiğini ve kendisini daha “yaratıcı” kıldığını, “sanatçı” adı verilen “garip yaratığın” hangi sıra dışı vasıflara sahip olduğunu/olması gerektiğini de azıcık kestirebiliriz.
Hemen gardınızı alıp, “Sanatçıya garip yaratık dedi... İşte ne olacak, gerici” filan diye saydırmaya yeltenmeyin... Buradaki övgüyü, hadi “gizli gönderme”yi anlamadıysanız, bırakın siz bu işi... Ya da ne bileyim, biraz Turgut Özben’in, Selim Işık’ın, “efsane” Süleyman Kargı’nın dünyasında yaşayın, zahmet olmazsa “olgular” ve “şeyler” hakkında düşünün...
Biraz insan olun...
Biraz incelin...
Bakın Brecht demiş ki, “Büyük olmam gerektiği zaman gülmedim küçüklere... (....) Bir kusurcuğu var insanın, bilir düşünmesini de...”
Düşünün ve bu “kusurcuğun” bir getirisi olarak, sizden farklı düşünen, sizden farklı algılayan, sizden farklı noktalara kulak kesilen insanların da pekâlâ bazı şeyleri “bilebileceğini”, pekâlâ bir “estik beğeni”den bakabileceğini fehmedin.
Efendim, Şehir Tiyatroları’nda artık “Muhafazakâr Şekspir ve Hacı Hamlet” oyunları oynayacakmış.
Nasıl olacakmış bu iş?
Bir Manevi Değerleri Koruma ve Ahlak Masası Şefi olacakmış...
Bir Büyük Şef, bir de Anlatıcı...
Masa Şefi soracakmış: “Bu Ophelia Hatun nasıl bir şahsiyettir? Ahlakı, mugalatası nasıldır?”
Hemen “Anlatıcı” girecekmiş devreye ve şunu söyleyecekmiş: “Biraz oynaktır efendim...”
Derken Büyük Şef sazı alacakmış eline: “Allah bilir bunlar parkta falan el ele de tutuşmuşlardır! Şöyle yapalım; Hamlet bir gece rüyasında aksakallı ermiş görüyor, o gece hidayete erip dindar ve kindar oluyor ve aynı gece aynı saatte hidayete eren ve başını örten Ophelia ile evleniyor. Üç çocukları oluyor...”
İşte, “tiyatroları özelleştireceğiz” diyenler, böyle bir tiyatro düzeni kuracaklarmış...
Hadi buradaki “oryantalist aşağılama çabası”nı görmeyelim...
Bu ülkede yaşayacaksın, bu ülkenin havasını soluyacaksın, bu ülkede sanat yapacaksın ve “öteki”ne (bu toprakların insanına) bakışın, “müsteşrik” sıhhatinden bile yoksun olacak...
Ne kadar ayıp!
İşte efendim tiyatrolar özelleştirilemezmiş... Sanat özerk ve özgür ortamlarda gelişirmiş... Sanatçı asla üzerinde bir vasi kabul edemezmiş... Tiyatro TÜPRAŞ mıymış ki, “parayı basan” satın alsın!
Parayı basan “Devlet Tiyatroları” ve “Şehir Tiyatroları” ihdas edebiliyor ama... Kadro kurabiliyor... “Memur” statüsünde sanatçı istihdam edebiliyor... Civar ve komşu illere “tayinle” oyuncu gönderebiliyor... Atama yapabiliyor... Hiç sesin çıkmıyor!
Kamu kesesinden sanat yapıyorsan, kamu çoğunluğunu oluşturan insanları aşağılayamazsın, o insanlarla arana “kategorik mesafe” koyamazsın, o insanların değerlerine küfredemezsin...
Sen de azıcık onurlu ol, sanatını özgür ortamlarda yap...
Küfredeceksen de, “kamu kesesinden” değil, kendi kesenden küfret.
(Star gazetesinden alınmıştır)