Siz deyin Newroz, ben diyeyim Nevruz ya da tersi olsun, sonuç değişmiyor: Bir Polis memurunun, Ahmet Toprakoğlu\'nun şehadeti, onlarca yaralanma, yüz küsur gözaltı ve 1 milyonu aşkın liralık kayıpla uğurladık bahar müjdecisini...
Bir Nevruz\'u daha taşlı-sopalı, kanlı-eylemli, çatışmalı-şiddetli geleneğimize bulayarak gönderdik.
Kafanızın içindekileri duyar gibiyim, \"Türkiye\'nin Türk kesimi Nevruz\'u kabullenmiş ve sahiplenmeye başlamıştı. O kravatlı adamların, bir bürokrata yaraşır ciddiyetle yanan ateşlerin üstünden atlaması bile yepyeni bir devlet adetiydi. Neden böyle oldu\" şeklinde cümleler kuruyorsunuz sanki...
Evet kesinlikle haklısınız: PKK/BDP/KCK üçgeni Nevruz\'u sabote etme çalışmalarını aylardır sürdürüyordu. Ve bir Kürt Baharı beklentisiyle sempatizanlarını sokağa döküp çatışmanın, kargaşanın, vuruşmanın ve dövüşmenin ateşini yakan da onlardı...
Sonuçta o ateş, devlet görevlilerinin nazenin nazenin üstünden atladıkları fazlası alınmış, zararsız kılınmış ateşlere benzemedi.
Yaktı geçti.
Bütün bunları anlıyorum; o üçlünün (BDP/PKK/KCK) bir ateş tarlasını benzinle sulamak gibi, sokaklara alev alev şer saçtığı da doğru... Dağ kadrosunun \"kan dökün\" emri vermesi sizi şaşırttı mı bilemem, bendenizi şaşırtmadı.
Amma velakin, devletin de kabahati olmadı mı? Bu ülke yıllarca her 1 Mayıs öncesi hop oturup hop kalktı, bu ülke yıllarca 1 Mayıs\'ta kanlı çatışmaları, taşlarla sopaların tazyikli suların kafalara inişini izledi. Ve bu ülke bir gün geldi 1 Mayıs\'ta yaşananların önüne geçti, geçebildi. Çünkü bir politika olarak iyiniyet, artniyetlilerin elinden silahını aldı.
Aynı başarılı strateji Nevruz\'da da uygulanamaz mıydı?
BDP\'nin Nevruz\'u Pazar günü kutlama talebine olumlu cevap verilip, onlara bir kutlama alanı gösterilip, güvenlik tedbirlerini de en üst düzeyde tutarak bir haftadır izlediğimiz manzaranın önü kesilemez miydi? Devletin göstereceği yatıştırıcı bir çalım, PKK/BDP/KCK üçlüsünün elini boşa çıkarmaz mıydı?
Çıkarırdı. Ne polis öldürülürdü, ne ağaçlar yakılırdı, ne cam çerçeveler indirilir ve ne de içi yolcuyla dolu İETT otobüsleri taşlanırdı. Hepsi bu ülkenin evladı olan o eli taşlı çocukları sokaklara salıp; kafalarının yarılmasını, sırtlarının coplanmasını, polis şiddetiyle püskürtülmelerini, Erol Taş gülümsemesi ve el ovuşturmalarla izleyenler de, bir başka porovokasyon ihtimalinde sahne almayı umarak eli böğründe çıktıkları kovuğa geri dönerdi.
Olmadı. Bu Newroz ya da Nevruz da, kana bulandı...
Geçmiş olsun..
MESLEKİ DAYANIŞMA / SAMİMİYET / İYİ NİYET / ADALET FİLAN...
Suriye\'deki katliamları dünyaya duyurmaya çalışan meslektaşlarımız Adem Özköse ve Hamit Coşkun\'un kaybolmasının üzerinden neredeyse iki hafta geçti.
Sözkonusu olan mesleki dayanışma ise, sözkonusu olan gazeteciliğin kutsallığı ise, Ahmet Şık ve Nedim Şener için ortalığı ayağa kaldıran meslektaşlarımızdan, Suriye Baas\'ının elinde olduğu sanılan ve akıbetlerinin ne olduğu bilinmeyen bu iki gazeteci arkadaşımız için de bir ses gelmesi gerekirdi değil mi? Gelmedi efendim.
Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklu bulunan ve hayati tehlikesi olmayanlar için yeri göğü inletenlerden \"tık\" yok.
Özköse ve Coşkun, Gerçek Hayat çalışanları olduğu için mi bu arkadaşların duyarlılığına mazhar olamadılar; yoksa tutukluluk hayati tehlike içinde bulunmaktan daha ağır bir durum da bizim mi haberimiz yok, bilemedik. Sadece ama sadece gazetecilik yapmak moda değil mi acaba bugünlerde, anlayamadık. Birilerinin desteğini görebilmek için, ille de Ergenekon\'a mı bulaşmak gerekiyor, çözemedik.
Ve gazetecilik diye diye ikiyüzlülük yapanları, çifte standartlarını mesleki dayanışma diye yutturmaya çalışanları bir kez daha gördük. Siz de görün istedik.
(Yeni Şafak)