30 Haziran 1860 günü Oxford Üniversitesi’nin Raddcliff Okuma Salonu’nda 500 kadar bilim adamı ve ileri gelen düşünür toplanarak Bilimsel Terakki Derneği’nin kuruluşunun 30. yıl dönümünde bugün Oxford’un Doğa Tarihi Müzesi olarak bilinen müzenin açılını yapmak için toplandılar ama büyük bir velvele koptu. Sebebi ise Evrim Teorisi’ne inananların anneannesinin mi yoksa babaannesinin mi maymumdan geldiği idi.

Çünkü tartışmalar hemencecik zamanın ünlü ama eleştirilen doğa bilimcisi Charles Darwin’in Türlerin Çeşitliliği isimli eseri üzerine odaklandı.

Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce din alimi ayrıcalığıyla alaycı ve küçümser bir edayla;

‘Anneanneniz mi yoksa babaanneniz mi maymundan geliyor?’ diye sormuştu Darwin’in ardılı bilim adamı Thamas Henry Huxley’e.

Ayıp etmişti ama iyi etmişti; çünkü böylece İngiliz toplumunda Darwin’in ne demek istediği, kimsenin maymundan gelmediği ve yerkürenin daimi ve milyonlarca yıla yayılan bir değişim, dönüşüm, evrim geçirdiğini söylemişti; yani ‘doğal seleksiyon’ demişti. Ama zamanın softaları bunu ‘insan maymundan geldi’ dediğini zannettiler eserinin ayrıntılarına göz gezdirmeden, aceleyle veriştirdiler…dinden kaynaklı ayrıcalıkların kaygısıyla olmalı.



Huxley cevap olarak da ‘tartışma adabına sahip olmayan birinin soyundan gelmektense kuyruksuz maymunu tercih ederim’ demişti.

Ayrıca Bay Huxley’in verdiği edepli ve nüktedan cevabı da ciddiye aldı İngilizler ve ondan sonra anlayıp-dinleyerek konuştular bu konuda. Bu olaylı toplantı Darwin’in teorisinin anlaşılması için zahmet göstermek gerektiğini ve en azından okunması gerektiğini gösterdi. Bay Huxley de daha sonra hep ‘Darwin’s Bulldog’ olarak anıldı. Bilimsel görüşü ortaya atmanın, bilimsel düşünmenin ve terakkinin dinin ama daha ziyade de din adamlarının dayatmalarının üzerinde olduğunu düşünmeye başladılar. Cahilce konuşmalar, bilmeden konuşmalar, fikir beyan etmeler ve okumadan yorum, kavga, reddetme, şiddetli yaklaşım olmadı diyemeyiz ama ciddi bir farkındalık da oluşmadı değil.

Bu tartışmanın üzerinden 150 yıldan fazla zaman geçti, bugün 164 yıl oldu ama güzel ülkemiz dahil hala aynı tartışmalarını içinde değil miyiz?

Bay Huxley bu olaydan sonra 35 sene daha yaşadı, anatomi, zooloji, bilimsel terakki ve eğitim konularına eğildi. Dini reddetmedi, agnostik olduğunu belirtti.
Maddi zorluklar sebebiyle 10 yaşında okuldan ayrılmak zorunda kalsa da hem bilim ve hem de diller konusunda kendini eğitmeye devam etti. 16 yaşında kendi kendine Almanca öğrendi ki Darwin eserinin Almanca’ya çevirisinde Huxley’den yardım istedi. Aristo’yu orijinal metinden okuyabilecek kadar da Yunanca.
Latince? Olmazsa olmaz…onu da bildi kendi kendine.
Deniz omurgalı ve omurgasızları üzerinde çalıştı. Bilim ve din üzerine yazılar da yazdı ama ilginç ve belki de sakıncalı olanı teoloji konusundaki kavrayışı, din adamlarının çoğundan daha iyi oluşuydu.

Bilim adamlarının alabileceği en yüksek ve onurlu ödülleri aldı, yurt dışında da tanındı. Biyoloji alanında bir bilim adamının alabileceği tüm ödülleri ona sundular, hem de en genç bilim adamı olarak ama hepsini aldığını söyleyemeyiz. Kabul ettikleri ve reddettikleri oldu.
Darwin kadar kıymetli araştırmalar yaptı, Darwin’in ve teorisinin duyurulmasında en çok onun emeği geçti.

Buna rağmen Britanya Hükümeti kendisine başarılarından dolayı ödül vermeyi, tebrik etmeyi istemedi veya geciktirdi. Sonunda da din adamlarının da üye olduğu bilim kurulu onu ve çalışmalarını tanımayı reddetti, çünkü yine Piskopos bey Wilberforce oradaydı ve tabi oyunu VETO diyerek kullandı.

Biyolog demek buluş demekse o da Thamas Henry Huxley demektir. Evrim Teorisi’ne hiç kimse bu kadar katkıda bulunmadı, sahibi Charles Darwin bile.
Tıp bilimleri alanında daha sonra yapılan ve günümüze kadar devam eden en önemli buluşların da temelinde o ve yerleştirdiği/sevdirdiği biyoloji bilimi vardır.

Daha ne olsun?
Ruhu şad olsun!