Bir çok kişinin gözden kaçırdığı bir gerçek var:

Osmanlı İmparatorluğunu da yıkıma götüren en önemli etken son dönemde yaşadığı yüksek enflasyondu…

Çünkü kaybedilen topraklar, kaybedilen ekonomik kaynaklar demekti…

Ülkenin ardı ardına girdiği savaşlar… Savaşlar nedeniyle yapılamayan üretim… Üretimsizliğin yol açtığı yoksunluk… Karşılığında sürekli artan ihtiyaçlar…   İhtiyaçları karşılamak için alınan borçlar… Borçların ödenememesi  nedeniyle kaybedilen ekonomik bağımsızlık…

Tam da o anlarda, rakip devletlerin  bilim ve sanatta, sanayi ve teknolojide  olağanüstü devrimler gerçekleştirmesi… Bizim o gelişmelere ayak  uyduramamamız…  Buna imkan bulamayışımız…

Tarih iki sebeple okutulur:

  • Ders almak ve kimliğini unutmamak!...

Osmanlının 1830’lardan itibaren Avrupa’ya borçlanmaya başladığı biliyoruz…

Alınan paraların, askeri harcamalara, cari giderlere ve saray yapımı gibi alanlara kullanıldığını; yatırıma dönüştürülmediğini de biliyoruz…

Borç faizlerinin daha yüksek faiz içeren yeni borçlanmalarla ödenmeye çalışıldığını;

II.Abdülhamit’in tahta geçtiği 1876 yılında, “artık borçlarını ödeyecek gücü bulunmadığını”  ilan ettiğini de biliyoruz…

1881 yılında, alacaklı ülkelerle yapılmak zorunda kalınan “Duyunu Umumiye” anlaşması , Osmanlı ekonomisini bütünüyle yere düşüren son kurşun olmuştur…

Artık devletin hem gelirleri, hem de giderleri yabancıların kontrolüne bırakılmıştır!...

II.Abdülhamit’e,  “servet biriktiriyordu” şeklinde yapılan haksız eleştirilerin kaynağı budur…

Padişah, “Duyunu Umumiyeden” para kaçırmak; devletin önemli ihtiyaçları için kıyıda köşede para saklamak zorundaydı!..  Sağlam bir istihbarat ağı kurmak mecburiyetindeydi…

Vatanseverlik bunu gerektiriyordu!...

Yiğidi öldürün ama hakkını da verin:

Kınadığınız bu adam, Payitahtta bulunduğu süre boyunca, eski borçların önemli bir kısmını ödeyebilmiş;  devlete yeniden borç para bulabilme imkanı sağlamıştır…

Avrupa’nın harıl harıl sanayileştiği bir asırda, Osmanlı’nın sanayi yatırımındaki tek hamlesi, onun inşa ettirdiği yaklaşık 8 km’lik demiryoludur!...

II.Abdülhamit’in en büyük hizmeti, “devlet-millet” eksenindeki “güven” duygusunu tekrar tesis etmeyi başarmış olmasıdır. Otuz üç yıllık saltanatının arkasında bu yatar!

Benzin vardı da, biz mi içtik” diyen rahmetli Demirel’in dediği gibi…

Yatırımların yapılamaması, paranın yokluğundan kaynaklanmıştır sadece…

İttihat ve Terakki döneminde, Dünya Savaşı da bahane edilerek, halkın üzerindeki vergi yükünün iyice artırılması, ithalattan hiç vergi alınmaması, dış ticaretin tümüyle serbest bırakılması  yerli sermayenin güçlenmesini engellemiştir…

Ekonomik çark dönmez hale gelince,  (parayla mal alınması-malın satılıp artı paraya çevrilmesi-o parayla yeniden mal alınması)  yetkililer, o çarka yeniden hareket kazandırabilmek için en kötü yolu seçmiş,  karşılığı olmayan yeni bir para basarak piyasaya sürmüştür.  (Eskilerin “gayme” dedikleri para)

Emisyon hacminin bu şekilde yükseltilerek, dolaşımdaki para miktarının artırılması neticesinde, yazının başında bahsettiğim “yüksek enflasyon” ortaya çıkmıştır…

Ekonomi, canlı bir varlık gibidir…

Onun atmosfer tabakası “güven”dir.

Güvenin olmadığı yerde ekonomi ölür!...

Nitekim,  I.Dünya Savaşı sona erdiğinde ,Osmanlı halkının devlet idaresine olan güveni tamamen kaybolmuştur…

Ne Padişaha, ne Halifeye ne de İttihat ve Terakki Hükümetine artık itimat edilmemektedir!...

Savaşın kaybedilmesi bir yana, yüksek enflasyon sebebiyle  ikinci bir felaket daha yaşanmakta, millet fakrü zaruret içerisinde harap ve bitap bir durumun pençesinde can çekişmektedir…

Tutunacak bir dal arayan halkın karşısına çıkan Atatürk’ün,   onlara verdiği şey aslında yalnızca “güven”dir… Başka bir şey değildir!...

  • Milletin istiklalini yine  milletin azmi ve kararı kurtaracaktır” derken, bahsettiği konu “güven”dir…

Milli mücadeleyi kazanan güç; Amasya’da, Erzurum ve Sivas’ta halka telkin edilen bu yeni güven duygusunun gücüdür… Silahların gücü değildir…

Daha Cumhuriyet ilan edilmeden İzmir İktisat Kongresi’nin yapılmış olması, Atatürk ve arkadaşlarının soruna ne derece hakim olduklarını açıkça göstermektedir…

  • Dış dünyanın yeni Türkiye’ye “güven” duymasını sağlaması için; Duyunu Umumiye’den kalan Osmanlı borçlarının ödeneceğinin kabul edilmesi;
  • Borçlanarak kaynak bulma yerine, ekonomide “devletçilik” modelinin seçilmesi, tarımda ve sanayide üretim hamleleri başlatmak suretiyle  milli sermaye yaratılmaya çalışılması,
  • Yerli yatırımcıların desteklenmesi, milli bankalar kurulması,
  • Kamu harcamalarının bir disiplin altına alınması gibi tedbirler , halkın ihtiyacı olan “güven” duygusunu iyice pekiştiren icraatlar olmuştur…

Yakın tarihimizin de gösterdiği gibi; ekonomik sıkıntılar altında seçime giderken hatırdan çıkarmamamız gereken husus şu:

  • Sandığa atılan her oy,  bir güven oyu değildir… 

Bu sebeple; partinizin oyunun değil; partinize olan güvenin azalmasından korkun!

İnsanların verecekleri reyleri belki  satın alabilirsiniz, ama güvenlerini asla!

İnsanların güvenini kaybedeceğinize, bence paranızı veya seçimi kaybedin, daha iyi!...