Geçen haftaki “Çizgi Oyuncuları!...” başlıklı yazımda galiba birçok kişiye meramımı tam olarak anlatamadım…

İtiraf edeyim; yazı yayınlandıktan sonra,  Acaba biraz daha açık seçik mi yazsaydım…” diye iç geçirdim…

Birkaç gündür özellikle sabah trafiğinde beklerken, kafamı en çok meşgul eden konulardan biri bu oldu…

Tevafuk mudur bilmiyorum; üçüncü günün sabahında aynı konu yeniden aklıma takılınca, dikkatim dağılsın diye açtığım radyoda şu türkü çalıyordu:

“Gıyıdan, gıyıdan, gıyıdan gel,

Ortası çamur, gıyıdan gel…”

Çetrefilli mevzularda kitabın ortasından konuşmak hayli zordur… Bu öyle her babayiğidin harcı değildir…

Çoğu kişi, başım belaya girmesin diye kenarından kıyısından tutar meselenin…

Hani derler ya, etliye-sütlüye karışmaz, suya-sabuna dokunmazlar diye… İşte ondan…

Fakat, Sokrates misali pek az kişi de aksine davranır… Çamurdan çoraktan korkmaz, ölümü hiçe sayarak yol almaya çalışır!...

Türküde bahsi geçen ve kirlenmeme kaygısı ile kıyıdan gidenler yalnız değildir… Aynı yolda başka yoldaşları da vardır…

Ama bu yoldaşlar, onlar gibi “aman üzerime çamur bulaşmasın” niyetiyle değil; tam tersine “ben kıyıdan gideyim, ama üzerime de çamur bulaşsın!” niyetiyle yola çıkanlardır!...

Geçen haftaki yazımda konu burada karıştı biraz…

Ben, temiz kalmak için kıyıdan geçenleri değil; tam aksine yolun ortasından gitmediği halde üzerine çamur bulaştırmak için kıyıya gelenleri yazmak istedim!...

Bu tipler öylesine sinsi ki, hem temiz kalmak isteyenlerin nimetine ortak olurlar; hem de kendilerini sanki başkaları kirletmiş gibi avaz avaz bağırırlar!...

Genellikle yolun ortasından gidenlerin arasına gizlenmiş, “kripto” işbirlikçilerle birlikte çalışırlar…

Hani şu, kasislerdeki su birikintilerinde hızla gaza basıp etrafa kasten çamur sıçratan bildiğimiz işbirlikçiler…

Kimi gazeteci kılığındadır bunların, kimi de siyasetçi!...

Amaçları etrafı bilerek kirletmek ve suyu bulandırmaktır sadece…

Sanırım; ceza sahası çizgisi üzerinde kendisini kasten düşüren futbolcular  ile bu noktada şimdi buluştular!...

Gaye aynı çünkü… Doğruyu yanlış, yanlışı da doğru göstermek!... Kafaları karıştırıp, olmadık yerde sorun çıkarmak!

Oynadıkları oyunu o derece profesyonel oynarlar ki, kimse kolay kolay olup bitenin farkına varamaz…

Karar verici hakemler veya hâkimler yanıltılır…

Toplum mağduru suçlu, asıl faili ise mazlum gibi görmeye başlar…

Radyodaki “Gıyıdan gel” türküsü bittiğinde kendi kendime güldüm biraz… Tabi, biraz da “off” çektim ardından…

Temiz kalmak, zarar görmemek için kıyıdan kenardan gidenler suçlu değiller belki; ama tamamen masum da değiller…

Bu ülkenin çamurlarını kurutmak hep aynı ellerin, hep aynı ayakların görevi mi?

Vatan ülküsünü, memleket idealini her şeyin üstünde tutmak ve onun uğruna her cefaya razı gelmek enayilik mi?

Fedakarlık niye hep aynı kitlenin nasibi oluyor?

Vatandaş” kimliği taşıyan diğer herkesin o çamuru kurutmak için bir sorumluluğu yok mu?

Kaybeden, ezilen, yok olan, yoksullaşan neden hep aynı kesim?

Neden lüks rezidanslarda, kalburüstü semtlerde şehit cenazelerine rastlamıyoruz hiç?

Uyanıklık” sahip olunması gereken bir maharet de, biz mi bilemedik!...

Günü bu duygularla tamamlayıp yorgun bir şekilde eve döndüm… Televizyonda haber bültenini açtım… Baktım, kabine toplantısı sonrası yapılan açıklama yayınlanıyor…

Altyazı şöyle:

-          Memur ve emekli maaş artışları ile ilgili açıklama birazdan…

Bekledim ama o “birazdan” hiç gelmedi… Suriye, terör ve enflasyon gibi kitabın ortasında kalan daha sıkıntılı mevzuların dışında bir şey konuşulmadı…

Anladım ki, memur ve emekli maaşları o kategoriye girmeyen basit bir “kıyı-kenar” konusu!...

Yoksa niye konuşulmasın!...

Kumandayı elime alıp “zap” yaptım haliyle… Fakat karşıma ne çıksa beğenirsiniz?… Yukardakine benzeyen başka bir şarkıJ):

-          “Ortada kuyu var yandan geç; fazla takılma meydanda!...”

Hayırlı Cumalar!...