İsmi Nikos Mihaloliakos’muş...
Hafif tombul, etine dolgun, konuşurken boyun damarlarını şişiren bir arkadaş... “Altın Şafak Partisi”nin lideriymiş.
Müddei ve mütecaviz tavrını, partisinin ismine de yansıtmış.
İşsizlikten ve parasızlıktan kırılan Yunan halkına “altın” olarak nitelediği “şafağı” vaat ediyor.
İşsizlikten kırılan dedim de...
Hani, neredeyse her konuşmasında, her yazısında Yunanistan’ı örnek gösteren bir ekonomi profesörü vardı... İsmi lazım değil... “Cami ile kışla arasında kalmış Türkiye”nin kurtuluşunu, Yunanistan’ın sahip olduğu rakamlara ulaşmakta görüyordu... Yunanistan o kadar büyük, o kadar mühim, o kadar gelişmiş bir ülkeymiş ki... Cuntacısıyla ödeşmiş, darbecisini hapse tıktırmış, bütün yüksek yaşam standartlarını yakalamış... Ve sonunda yırtmış... Keşke biz de öyle olabilseymişiz...
Olduk...
Biz de kriz öncesinin Yunanistan’ı olduk...
Birtakım “imrenilen” rakamlara ulaştık.
Cuntacımızla ödeştik, darbecimizi hapse tıktırdık.
Her bir şeyi yaptık ama “teorisi elinde patlayan cami ve kışla profesörünü” memnun edemedik.
Mesele rakamları tutturmak değilmiş...
Mesele, kaliteli yaşam standardına ulaşmakmış.
Eh, bu da olacak... “Seçkinlerimiz” aradan çekilirse, yani Batı’dan türeyen yüksek sanatı belli bir zümrenin inhisarında (tüketiminde) görmezse, bu da gerçekleşecek.
İşte “yeni zamanlar führeri” Nikos Mihaloliakos, her açıdan bize örnek gösterilen ve “kaliteli yaşam standardını yakalamış” Yunanistan’dan çıkıyor.
Üstelik, demokrasi düşüncesinin beşiği sayılan bir ülke bu.
Hem de, kimi liberallerimizin “kızıl elma” diye sunduğu Avrupa Birliği’nin bir üyesi...
Peki, Mihaloliakos “altın” olarak nitelediği “şafak”ta neler vaat ediyor işsiz ve parasız Yunan halkına?
İzmir’i ve İstanbul’u...
Seçim öncesi, Selanik’te düzenlediği mitingde, Karadeniz’i de dahil etmiş buna: “İktidara gelirsek, Karadeniz’i de (Pontus bölgesini) Türklerden geri alacağız...”
Üstelik, açık sözlü bir Führer bu. “Evet, ırkçıyız ve milliyetçiyiz. Bunu gizlemiyoruz!” diyor.
İşin ilginç tarafı şu:
Bu spekülatif ve tartışmalı (akıl dışı) seçim vaadine rağmen, Mihaloliakos oy oranını koruyor... Yani, her bakımdan Türkiye’ye örnek gösterilen ve kaliteli yaşam standardını yakalamış Yunanistan’da bu ırkçı söylem hem “güncelliğini”, hem “değerini” koruyor.
Bir diğer ilginç husus da şu:
Her bakımdan bize örnek gösterilen Yunanistan’ın milliyetçisi, dünyanın tepkisini umursamadan “Megalo İdea” peşinden koşabiliyor ama sürekli Yunanistan’ın gelişmişlik düzeyiyle sınanan (yani Yunanistan’la terbiye edilen) gariban Türkiye’nin milliyetçisi “Misak-ı Milli” bile diyemiyor. Bunu dediği an “faşist” oluyor...
Hadi daha açık söyleyelim:
Mihaloliakos “İzmir, İstanbul, Trabzon bizimdi” diyebilir ama onun Türkiye’deki refiki (sözgelimi Devlet Bahçeli) “Ona bakarsanız Selanik, Gümülcine ve Makedonya da bizimdi” diyemez.
Kaldı ki, Bahçeli’nin milliyetçiliği, “var olanı korumaya” dönük bir milliyetçilik... Asla “saldırgan” ve “fütuhatçı” bir milliyetçilik değil. Haksızlık olmasın...
Demek ki, mesele “kaliteli yaşam standardına ulaşmak” da değilmiş hocam...
İcabında, bağrından faşizm de çıkarabiliyormuş, bu “kaliteli yaşam” standardı...
(Star gazetesinden alınmıştır)