Taraf gazetesi başyazarı Ahmet Altan ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasındaki kavgaya ilişkin elbette söylenecek çok şey var. Çünkü, her iki adın temsil ettiği kesimler arasında bir zamanlar var olduğunu bildiğimiz “kutsal ittifak”ın çatırdamaya başladığı andan bu yana başgösteren dozu en şiddetli kavga bu.
Başka ülkede olsa hükümet devirecek türden bir skandal olan Stratford belgelerinin yayınlanması bu son kavganın nedeni. Danışmanının, “CIA’in gölgesi” olarak bilinen kuruma bilgiler verdiğini ortaya koyan belgelerin Taraf’ta yayınlanması nedeniyle başbakan adı geçen gazeteye çok kızdı malum. O kızgınlıkla (kızmadığı zamanlarda da olduğu gibi) ağzına gelen söyledi. Taraf gazetesine “paralı müzik kutusu” deyişi en hafif hakaretti. Parayı verenin dilediği müziği çaldığı aletler bunlar. Hala var mı bilmem, çocukluğumdan hatırlarım ben.
Taraf bu benzetmeyi hak ediyor ya da etmiyor onu geçiyorum ama genellikle bu tür benzetmelerde pek beceriksiz olan başbakan, -hani Taraf sahiden her önüne gelenin sesiyse-, gerçekten isabeti tutturmuş bu sefer. Ağır laf, ki kavgada söylenmez türden.
Bu kavganın bana düşündürttükleri, sanırım genelinkinden farklı. Ben, -tabii önemsiz bulduğumdan değil ama - ne bu “skandalla” ne de Stratford belgeleriyle ilgiliyim. Herkes dünya kadar laf etti nasılsa. Söyleyecek yeni bir lafım yok. Ben, bu kavgayla ilgili gelişmeleri okudukça Ertuğrul Özkök ile Mehmet Barlas adlı “gazetecileri” düşündüm nedense.
Bu her iki muhterem, iktidar sahiplerinde, kimsenin göremediği özellikler, güzellikler görmede inanılmaz bir yeteneğe sahipler. Allahın bir hikmeti işte. Her iki zat, başbakanın, o kadar dinleyip dinleyip (en azından benim) bir türlü fark edemediğim(iz) o muhteşem hitabet gücünden çok etkilenmişler. Münasebet düşürüp yazıyorlar ha bire. Özkök adlı olanı, başbakanımızı gelmiş geçmiş en büyük hatip olan Roma’lı devlet adamı Çiçero’ya bile benzetti. Tabii Çiçero’yu hiç birimizin dinleme şansı olmadı. Yazılanlardan çizilenlerden biliyoruz iyi bir konuşmacı olduğunu, o kadar. Ses tonundan haliyle haberimiz yok. Ama, Özkök, sanki Çiçero’yu dinlemişcesine bir kıyaslama yapıp, bu kıyaslamadan başbakan lehine sonuçlar çıkardı geçenlerde. Müthiş bir kabiliyet. Bu kadar olur.
Medyamızın diğer “erksever”lerinden Barlas da, geçenlerde başbakanın, -tabii ki hitabet gücünden ötürü-, talk şovcuları bile dize getireceğini yazdı. İleride yazılacak olan medya tarihimize, iktidar sahiplerine sundukları övgülerindeki cömertlikle geçecek olan bu ikili ile Ahmet Altan’ın aynı kişiden, yani başbakan Erdoğan’dan söz ettiklerine inanamıyor insan. Çünkü, Erdoğan’a ilişkin olarak birbirinden bu kadar farklı değerlendirmelerin nasıl yapılabildiğini anlamak pek bir zor.
Altan, Taraf’a çatarken kullandığı üsluptan ötürü karşılık verdiği “çağın Çiçero”su Erdoğan’ı “acemi garson çırağı”na benzetiyor, örneğin. Arada korkunç bir fark var. Bununla yetinmiyor Ahmet Altan. Özkök ile Barlas ikilisinin, başbakanın hitabetini güçlü kıldığını -herhalde- düşündükleri sözcüklerini de değersiz buluyor. O acemi dediği garson çırağının tablasındaki polemik sözcükleri olarak nitelendiriyor onları. Hayretler içindeyim. Hadi Çiçero’ya benzetemedi diyelim, de koca başbakana Nihat Doğan muamelesi çekmek de ne oluyor? İşte bu tabladaki sözcükleri, “avuçlayıp âdapsız, usulsüz masaya fırlatıyor”muş başbakan, Altan’a göre. Çiçero’nun böyle yaptığını hiç sanmam. Altan, “Beni bazen öfkelendiriyor, bazen de onun bağırış çağırışlarına bakınca hiddetle olduğu yerde tepinen küçük bir oğlan çocuğunu izliyor duygusuna kapılıp gülümsüyorum” da diyor başbakan için.
Üçü aynı kişiye bakıp, nasıl bu kadar farklı sonuçlar çıkarabilmişler merak ediyorum. Özkök ile Barlas mı doğru söylüyor, Mehmet Altan mı? Merakım bu.
Ben Altan’ın doğru söylediği kanısındayım. Erdoğan için sıraladığı sözlere katıldığımdan değil. Ben başbakanımız için “garson çırağı” benzetmesi yapar mıyım hiç? (Hem Erdoğan, hem de garson çırakları bu benzetmeden hoşlanmayabilirler). Altan’ı doğru bulmamın nedenleri çok basit. Çünkü şu malum ikili bu konuda güven verici bir tutuma sahip değiller. Onlar için övdükleri kişilerin cunta lideri ya da başbakan olmaları yeterli. Özellikle Barlas, darbeci Evren’de bile saygı duyulacak yanlar keşfetmişti. (Görüyor işte adam, nasıl bir yetenekse). Diğeri malum, başbakan ya da cumhurbaşkanı övmede gayet iyidir. Yarın Özkök de Barlas da, başbakanın Sivas katliamı davasının zamanaşımına uğrayışını yorumlarken “milletimize hayırlı olsun” demiş olmasını, daha önce yaptıkları “milletin dilinden anlıyor” tespitine bağlayabilirler pekala. Çok rahatlar çünkü. Dönüp, “biz demiştik, bakın milletin hissiyatını dile getirdi” deyiverirler. Özkök ile Barlas zayıf, çelimsiz, (dünyanın en sevimli kahramanıdır kuşku yok) Don Kişot’u, -eğer başbakan olsaydı-, Sezar gibi heybetli gösterebilirler. Bunlar iktidar sahiplerinin dev aynasıdırlar çünkü. Yerleri iktidar konutlarının duvarlarıdır.
Dolayısıyla bunların değerlendirmelerini ciddiye almam. Ama Ahmet Altan’ı alırım. Herşeyden önce o iki zattan daha çok anlıyor estetikten. Ne de olsa romancı.
Özkök ile Barlas, Altan’a başbakan Erdoğan’ın “Çiçero” ya da “mükemmel bir hatip”, Altan da o her ikisine başbakanın “acemi garson çırağı” olduğunu anlatmalılar. Çünkü bunlar aynı ülkede yaşıyorlar, aynı kişiyi değerlendiriyorlar. Aralarındaki bu değerlendirme farkına bakarak, bu zatlar hakkında bir yargıya varabiliriz, hiç değilse. Nasıl bu kadar farklı bir başbakan portresi çizebildiler diye?
Ben de başbakanımı tanımak istiyorum.
Acemi garson çırağı ise, onu anlayabilir, sevebilirim de. Ama yok sahiden Çiçero ise, “Al ananı git” cümlesinin aslında bir Roma vecizesi olduğunu öğrenmiş olurum.
Öğrenmenin sonu yok, malum.
Değil mi?