Ufuk Uras’ın “Yatılı okulda namaz kıldığım zaman insanlar bunu komiklik olarak değerlendirmişti. Alay konusu olmuştum” sözlerine şaşırmadım, doğrusunu isterseniz. Bir “geçmiş zaman trajedisi”nin vıcık vıcık bir ifadeyle dillendirilmesindeki zamanlama şaşkınlığa değil, ama mide bulantısına yol açar.
Çünkü bu canına yandığımın memleketinde liberali de, muhafazakarı da, ulusalcısı da aynı zemin üzerinde tepişmekte, sıkıştılar mı, popülizm kavalını en “arabesk” tarafından üflemekte her daim. Geçmiş hayatlarından “mağduriyetler” uydurarak sözümona “politika” yapmalarının nedeni budur. Nesine şaşırır insan şimdi bunun? Acı, hissedildiği/yaşandığı anda dile getirilirse bir anlam ifade eder. Yani herhalde böyle olmalıdır. Aksi halde, o acıya bir kamu dikkati çekmek için bunca yıl beklenirse bunun adı en hafifiyle “faydacılık” olur ki, Uras’ın yaptığı budur.
Politikadaki mevcut güçler arasında yer almanın bir yolu da, muktedirin söylemini benimsemek tabii ki. Gırtlağına kadar gömüldüğü teorik çıkmazdan başını çıkarmasına yarayacak “kendi söylemi” yoksa kişinin, onca sınıfsal çelişkinin yarattığı mağduriyet yerine, gider “sosyal yaşamda” özgürlükler temelinde pekala çözümlenebilecek bir meseledeki mağduriyeti görür. Ufuk Uras, sınıfsal mücadeleden uzak düştükçe, daha kapsayıcı olmanın derdiyle “ayaküstü mağdurlar” uydurmaya devam edecek, öyle görünüyor..
Bu memlekette namaz kılanla alay etmek pek rastlanan bir durum değildir. Alay konusu olan hep “fakir, fukara” olmuştur oysa. Bir örnek vermemi ister misiniz? Lise öğrencisiydim. Soysuzun birinin yazdığı bir kitabı okutuyorlardı Ahlak adlı bir derste. O kitapta, “bir doktorun şerefi ile işçinin şerefi aynı değildir” diye bir cümle de geçiyordu. Sınıfsal farklılığı bu cümleyle, bu kadar alçakça ifade eden zihniyet emekçiyi, yoksulu hedeflemiştir her zaman. Mağduriyet, bu sözlerin muhatabının yaşadığına denir. Uras’ın namaz kaynaklı “mağduriyeti”nin esamesi bile okunmaz bunun yanında.
Uras, o alay edenler her kimseler belirtmiyor ama, bunun sosyalistlere de yükleneceğini biliyor olmalıydı. Bu memlekette, ileri her türlü atılımın önüne engel olarak çıkmış/çıkarılmış din ile meselesi olmuştur sosyalistlerin. Daha da olacak. Bu “mesele”, -başkaları nasıl yaklaşır bilemem ama- sosyalistler tarafından iman sahibi emekçinin namazıyla alay edilerek dile getirilmemiştir. Uras, kendi çevresini sosyalistlerle karıştırmıyordur umarım. İyi kötü var olan tüm ilerici birikimi, aydınlanma çabasını namaz kılanlarla alay ediliyor noktasına çekmek muktedire yaranmanın “liberalcesi” oluyor. Ucuz numaralar bunlar.
CHP’siyle, kent sermayesinin sözcüsü DP/AP/AKP’siyle seçkinci zihniyetin halka üstten baktığı elbette olmuştur, oluyor da . Başbakanın “ayaklar baş olursa bu doğru olmaz” dediğini unutmuş olamaz Uras. Namazla (varsa) alay edenle, yoksulları “ayak takımı” diye gören aynı kafadır. İyi de, burjuvazinin günahlarını, sosyalistlere de paylaştırmak neyin nesi? Sosyalist, bireyi, emek üretim sürecindeki yeriyle değerlendirir, namazıyla, niyazıyla değil. Seçkinci egemenin tavrını solu da kapsayacak biçimde genelleştirmek ayıptır. Urasgillerin yapmayı en iyi becerdiği şeydir ,işte bu ayıp.
“Baskı gören dindar” dediğiniz zaman, emekçinin karşı karşıya kaldığı baskının alanını daratlmış olursunuz. Emekçi potansiyelini emek sömürüsüne karşı mücadeleden alıkoymaktır bu. Baskı gören, aynı zamanda “dindar da olan emekçidir, yoksuldur”. Iman sahibini sınıfsal konumundan ayırarak, ona sadece “imani temelde” bir mağduriyet yüklemek sınıf mücadelesinin önünü kesmeye yarar.
Uras, “makbul solcu” olma çabası içinde. Bu şimdilik, “baskı görmüş dindarın ruh halini anlama biçiminde” tezahür ediyor. Gerisi başka türlü gelir. Bekleyin. Uras, kabul görülmenin yolunun, “halkla” arasında ortak bir bağ oluşturmaktan geçtiğini yeni fark etmiş belli ki. Emek sömürüsünden çok “imanlı” olmanın yarattığı(!) sıkıntılara dikkat çekmesinin nedeni bu. Yörünge kaybının doğal sonucu.
“Dini bütün olmakla sosyalist olmanın çeliştiğini varsayanlar aydınlanmacı, ittihat terakki çizgisinde” demesi de geleneksel Türkiye gericiliğinin söylemidir,ki, Uras’da da iyi duruyor. Ittihatçısını bilmem ama sosyalist her türlü dinle çelişir, doğrudur. Kapitalist üretim ilişkilerini doğal gören her dinle. Kurtuluş Teolojisi’nin hıristiyanlıkla sosyalizmi buluşturma denemeleri de, İslamiyetle sosyalizmi harmanlama çabaları da sonuçsuz çabalardır. Sınıfsal çelişkiyi çözmez bunlar. Bir müslümanın sosyalist mücadele içinde olması da elbette çelişki değildir. Müslüman, sınıfının mücadelesinde bir emekçi olarak elbette yer almalıdır. Burjuvaziyle sınıfsal çelişkisi daha ön plandadır çünkü. Uras anlatamaz, ama biz anlatacağız ona bunu.
Toplumun geri yanlarını okşayarak politika yapmak, Uras’a iyi gelmiş çok açık. İyi de yıllar önce alay konusu olmayı hala içinden atamamış biri olarak, şimdi kendisini alay edilecek konuma düşürmesi nasıl bir şey?
Dalga geçilmekten hoşlanan bir hali var Uras’ın. Kendisi bilir. Namaz kılanla hiç alay etmedim ben, ne mutlu bana. Ama, “yapay acıların cocuklarına” hep gülmüşümdür.
İlahi Ufuk.