Mehmet Barlas ile Ertuğrul Özkök’ün birbirlerinin geçmişini sorgulayan tartışmalarından haberdar oldunuz mu bilmiyorum ama, gerçekten çok şenlikli bir tartışmayı kaçırdınız, eğer izlemediyseniz.
Her iki yazarın, iktidarlara karşı geçmişte tavır alıp almadıkları konusunda birbirlerine karşılıklı “bel altı” vuruşu yaptıkları bir kapışma bu. Ertuğrul Özkök, AKP hakkında yazdığı yazıda “yazı uzadı, burada kesiyorum. Çünkü uzadıkça sertleşiyorum” diyen Hasan Cemal’den yola çıkarak Mehmet Barlas’a, Cemal’in korktuğunu ima amacıyla, “duydun mu Hasan Cemal’in sertleşme sorunu varmış” diye yazdı köşesinde. Barlas da yanıt verince ikili birbirlerini iktidarlar karşısında geçmişte nasıl tavır aldıkları konusunda suçlamaya başladılar.
İkisinin de meşrebinin ne olduğunu – bir çoğumuz gibi- gayet yakinen bildiğimden birbirlerine ilişkin yaptıkları suçlamaların doğruluğuna yürekten inanıyorum. Haliyle işin bu tarafı beni ilgilendirmiyor. Bu zatlar hakkında, benim açımdan, şaşırtıcı olan yeni bir bilgi yok bu tartışmada. .
Ben, bu iki kalem erbabının (!) yazılı bir tartışma sürdürürken, bunu ne kadar yaratıcılıktan uzak, ne kadar az kelimeyle yaptıklarına takıldım. Dolayısıyla fark ettim ki, bu zatlar “polemik edebiyatı” tarihimizde nokta kadar yer edinemezler kendilerine. Anladığım bu.
Bu tür konularda daha istekli olduğuna, yaratıcı olmayı sürekli denediğine inandığım Özkök, bu tartışmada tam bir felaket. 28 Kasım tarihli Hürriyet’teki köşesinde “Sertleşme Sorunu” başlıklı o makalesinde şunları yazmış: “Sayın Barlas; sakın başlığa bakıp yine öfkelenmeyiniz. Konu, sizin sinirinizi bozan o malum sıvının çıktığı organla ilgili değil”.
İşte takıldığım bu. Cümlede, ondan bahsedilmediği anlatılmak istenen “organ”ın adı sözüm ona gizlenmiş. Ben öyle pek gizlendiği kanısında değilim, doğrusunu isterseniz. Çevirin bir ilkokul çocuğunu, okuyun ona şu “o malum sıvının çıktığı organ” cümlesini size o organın adını, sanını söyleyiversin. Özkök neden çekinmiş açık seçik “penis” diye yazmaktan, anlayabilmiş değilim. Bu konuda pek perdesiz olduğu bilinir oysa. Yıllar önce, lisede okurken, hep dalga geçtikleri güçsüz, sessiz, sürekli aşağılanan bir arkadaşlarının, bir gün penisini çıkarıp sıranın üstüne koyduğunu, dolayısıyla bir hayli büyük penisiyle kendilerini nasıl şaşırttığını yazmaktan çekinmemişti. O yazıdan nasıl bir ders çıkarılırdı bilememekle beraber, Özkök’ü pek bir cesur bulmuştum. Densizliği cesaret sanmak gibi tutumlarım olur benim zaman zaman.
“Güne uygun yazmak gereği doğduğundan artık kapalı ifadeler kullanmaya karar verdi” diyeceğim ama, daha geçenlerde spermlerle ilgili bir yazı kaleme almıştı. Kaldı ki, “senin daha fazla ihtiyacın var” diyerek, elindeki mesir macununu yanındakine uzatmayı latife yapmak sanan Bülent Arınç sayesinde Özkök de rahatlıkla penisten, vajinadan söz edebilirdi.
Ama yine de ayıp kaçacağını düşünerek cümlelerini kapalı (!) bir ifadeyle kurmaya çalışmış demek ki. İyi de, becerememiş ama. Ben bunu gerçekten kötü bir yazar oluşuna bağlıyorum. Barlas da, Özkök de Türkçe’nin inceliklerinden pek bir yoksunlar. Erbabının elinde Türkçeyle nasıl harikalar yaratılacağını biliyor olmalılar oysa. Büyük Eşref, mutasarrıflık (vali, kaymakam arası bir konum) yaptığı Manisa’nın Kırkağaç ilçesinde memurların maaşları uzun süre verilmediğinden, o zamanlar bağlı olduğu İzmir valisine sürekli sorunla ilgili mektuplar yazar. Her defasında da “durumu idare et” anlamına gelen “idare-i maslahat ediniz” yanıtını alır. Artık sorun dayanılmaz bir hale gelince son bir mektup daha yazar büyük şair. Şu satırlar vardır: “İdareyi memurlar ele aldı, bana maslahat kaldı”. Maslahat Osmanlı argosunda erkek cinsel organına takılan addır. Öfke patlarsa hiç değilse böyle patlamalı.
Churchill de pek sevmediği Yahudi asıllı bir politikacının sünnetli oluşunu diline dolar. Kürsüde ondan, “sünnette çöpe atılan parça işte bu adamdır” diye söz eder. Elbette pek insafsızdır, ama bir hayli zekicedir, kabul edin.
Özkök, hadi bu kadar yaratıcılığı beceremez diyelim, işi gücü yazıyla olan birinin elinden sözlük düşmemesi lazım. Penis başta olmak üzere diğer sıfatları yazmaktan çekiniyorsa Özkök, “Zeker” sözcüğünü kullanabilir pekala. Ayıp değil, günah değil. “O malum sıvının çıktığı organ” gibi iğrenç bir etki de bırakmıyor insanda.
Ayıbın, eğer çok dile getirilmesi gerekiyorsa insan bunu biraz örterek yapar. Okuyucunun muhakeme, sonuç çıkarma gücüne biraz güvenir yazar dediğin. Soylulardan biri Napolyon’a, “piç” olduğu imasında bulunmak için sorar, “bana çok benziyorsunuz majeste, acaba anneniz bizim oralara gelmiş miydi hiç?” Napolyon’un yanıtı kısadır: “Hayır bayım, ama babam sizin oralarda çok sık bulunmuştu.”
Madem sertlikten söz ederek birbirlerine erotik göndermeler yapıyorlar, bunu edeplice, ustaca söz oyunlarıyla yapsalar fena mı olur? Bizim millet sever bu tür şeyleri.
Ama, diyorum, yine de bu tür tartışmaları fazla yapmamalılar. Kızgınlıklarını çektikleri millet bir “sertleşirse” diye ödüm patlıyor çünkü. En azından, Bülent Arınç’ın ona buna mesir macunu dağıttığı şu sıralar sussalar, iyi ederler.
Ne olur ne olmaz…