Hepsini, yani şu açılım palavralarını, hoşgörü numaralarını, hele hele mazlum edebiyatını iyice tükettiği için, savunduğunda toplumun büyük kesiminin etrafında birleşeceğine inandığı şu ilkel cezalandırmaya, idama sarıldı şimdi de Recep Tayyip Erdoğan.
Başarılı bir politikacı olmadığı bundan belli. Tükendiğini hissettiği anda toplumun geri yanlarını okşamayı “büyük siyaset” sanıyor çünkü. Toplumumuzda şu ya da bu şekilde adalet duygusu zedelenmeyen hemen hemen kimse yoktur. Özellikle ceza yasalarında cinayet zanlısının bile lehine çok sayıda maddenin bulunmuş oluşunun toplumda kızgınlığa yol açtığı da sır değildir. Şimdi işte bu mevcut adaletin tatmin etmediği kalabalıklar üzerine oynuyor başbakan. “Yüce milletimizin” duygularını tatmin edeceğine inandığı idamdan yana tavır alırken daha önce idama itiraz eden kendisi değilmiş gibi yapıyor üstelik. Demek ki neymiş, başbakan ilke milke gibi kavramları değil, fırsata dönüştürülecek “toplumsal hınç duygusu”nu yanına alarak ilerliyor “büyük devlet adamlığı” yolunda.
Örneği kimdir peki? Şu Fransa’nın ünlü Ancien Regime’inin “devlet adamları” olmasın sakın. O dönemlerde nasıl şenlik havasında yapılırdı infazlar, ilgili kitaplarda vardır. Halka açık idamlar birer dini bayramdı der Richard Sennet, Taş ve Ten’de. Madame de Sevigne adlı birinden de söz eder Sennet. Hanımefendi asılmadan önce bağırsakları deşilecek üç suçlunun idamını seyretmek amacıyla bulunduğu Versailles sarayından Paris’e yapılan “gezi”ye katılır. Bu gezi (!) “saraydaki vazifelerin verdiği bunaltıdan kurtulup nefes alma şansı” vermiştir kendisine. Böyle anlatıyor. Anlatır. Küçük insanlığın tek “eğlencesi” kendi türüdür çünkü. Keyifle anlatışı bu yüzden. Başbakan, “küçük insanları” eğlendirmeyi seçti, aferin.
Sokaktan kimi çevirse “bölücü başını asalım mı?” diye sorsa, örneğin, canı yanmış, dolayısıyla objektif olması beklenemeyecek asker annelerinden “evet” yanıtını alacağını biliyor. Tabii ki o anneler o nefret edilesi “küçük insanlığın” mensubu değiller. “Evlat acısı” çekmek gibi büyük bir trajedileri var. Onlardan söz edişimin nedeni başbakanın gizliden gizliye onların “hissiyatına” gönderme yapmış olması. Elbette ki bir Madem de Sevigne değiller o anneler.
Madem de Sevigne olan, -sevenleri kızmasın ama-, başbakandır bir anlamda. Başbakanlık’ın verdiği bunaltıdan “yeni gündem maddeleri” yaratarak “nefes alma şansı” aradığı için.
Nerden çıktı idam tartışmaları? Başbakan, -benim de çok umursadığım yok ama- , AB hedeflerinden uzaklaştığının en iyi ifadesi olacağını bildiği idam savunusunda “içe dönük değerler” tercihini belli etmek istedi. Bundan çıktı. Derdi bu. Değerler çatışması olduğuna inandığı için, bu “içe dönük değerler”i destekleyici örneği ABD’den veriyor. “Orada da idam var” derken kimsenin aklına, müslüman ülkelerdeki idamları neden örnek gösterdiğini sormak gelmiyor. Çünkü oralarda müslüman değerler arasında sayılıyor idam cezası. Bu “değer”i açıklamaya İslam fıkhı vs yeterli olmadığı için de Hıristiyan ABD’yi işaret etmesi doğal. Kötü örneğin örnek olmadığını kimse anlatmadı mı başbakana?
Sadece bir gündem değiştirme malzemesi olduğundan ötürü söz etmiyor idamdan Erdoğan. Ona bir ceza olarak inandığı malum. Hiçbir sorunu çözmediği bilindiği halde inanması, inancı sözkonusu oldu mu tüm ikna yollarının kapalı olmasındandır biraz da.
ABD’yi kim aklına soktu bilmem ama, ben de kendisine “insanlık değerleri” adına örnek alacağı kimi adlar verebilirim. Büyük Lenin 1920’de kaldırdı ülkesinde idamı. Bir zamanların Doğu Almanya’sının lideri Eric Honecker, Sovyetler’in ardından ülkesinde idamı kaldıran ilk lider oldu. “Küçük insanlık”ı eğlendirmek gibi bir amaçları olmadı çünkü.
Allah için, din için, vatan için, bunlara daha da eklemlenecek bir dolu “kutsal” için insan sallandırmayı mübah sayabilir “küçük insanlık”.
Ama “Büyük İnsanlık” öyle değildir. Bundan ötürü “Büyük İnsanlık”ın vecizelerini severim ben. Evladı egemenlerce ipte sallandırılan Anadolu yoksulundan daha iyi kimse bilemez şu sözün anlamını: “Darağacının altında ot bitmez”.
Kasımpaşa’da pek duyulmamış belli ki.
Ne talihsizlik.