Bundan 156 yılı önce Abdülaziz Han ve mahiyetindeki saray erkanı Avrupa seferlerini tamamlayıp Londra’dan payitahta dönüş yoluna geçti.
Kim Kraliçe Viktorya’yı duymamıştır ki? İngiliz hanedanlığı içinde kraliçe II. Elizabeth rekorunu elinden alana kadar en uzun süre tahtta kalan hanedan mensubu olduğunu, aşık olduğu eşini genç yaşında kaybettiğini, kalan ömrünü yas ve yemekle geçirip Osmanlı padişahı Abdülaziz Han Hazretleri’ni ağırladığını…
Kutsal topraklar dahil sefere çıkma dışında başka diyarlara seyahat etmezdi Osmanlı padişahları. Lakin Abdülaziz Han farklıydı, sadece birkaç Avrupa başkentine değil Mısır’a da gitti. Abdülaziz Han ülkenin ilk Avrupa seferine çıkan ve yeniliklere, gelişmelere, teknolojiye, kadınların cemiyet hayatındaki rölüne nail olan ve ülkenin içindeki sıkıntılı duruma da şahit olan ilk ve belki de tek sultandı.
Osmanlı padişahı beraberindeki şehzade Murat, Hamit ve İzzettin Efendiler ile Avrupalı kralların/kraliçelerin davetlisi olarak 21 Haziran 1867 tarihinde Cuma Selamlığı’ndan sonra Sultaniye Vapuru ile 47 gün sürecek bir yolculuğa çıktı. Bu barışçıl amaçla yapılan ilk ve son sefer ile, deniz ve demir yolunun yanında Tuna Nehri’nden de bot ile geçti. Abdülaziz Han aslında deniz seyahatini sevmezdi ve fırtınaya da yakalanınca geri dönmek istedi. Dışişleri Bakanı Fuat Paşa’nın endişelendiği söylenir.
Önce Napoli, ardından Fransa Tuluon Limanı’na, devamında Marsilya ve Paris’e vardılar. Aslında heyet Paris’teki Sanayi Sergisi ile alakalıydı ve sergiyi gezerek amaç gerçekleştirildi. İmparatoriçe Eugenie ve III. Napoleon tarafından karşılandılar. Daha sonra 1869 yılında İmparatoriçe Eugenie İstanbul’a bir iadei ziyaret gerçekleştirdi. Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlanan imparatoriçe ile sultan arasında aşk dedikodusu bile çıkmıştır, hünkar beğendi yemeği de bu seyahatten kalmadır denilir.
Avrupa seyahatinin esas amacı Fransa iken İngiliz krallığının daveti de geri çevrilmedi ve Fransa’nın ardından Manş Denizi ile Aziz Han Britanya İmparatorluğu’nun merkez üssüne, Adası’ya vardı. Ardından bir kısmı da resmi olmayan birkaç durakla Belçika, Prusya, Avusturya üzerinden İstanbul’a 47 günde avdet etti.
Abdülaziz Han’a Kraliçe Viktorya tarafında nişan, Londra Belediyesi tarafından hemşehrilik beratı verildi, balolar, yemekler ve tiyatro gösterileri… Seyahatten, Avrupa krallılarına adeta gelin yetiştiren Kraliçe Viktorya’nın kızlarından birine eş bulma telaşı ve onu bizim veliaht prensimiz ile evlendirme sevdası ve diğer magazinsel muhabbetler kaldı.
Peki seyahatin amacı bu muydu?
Padişah Avrupa seferine çıktığında Britanya İmparatorluğu en güçlü dönemini yaşıyordu. Ekonomik bir süper güç idi. Büyük güçlerin en güçlüsü hatta. Teknik ilerlemeler, deniz gücünde üstünlük, hammadde gereksinimi ve mamül malları gönderecek yeni pazarların ihtiyacı içindeydi. Ama dünya kömür üretiminin üçte ikisini, demirin yarısını, çeliğin yarıdan fazlasını üretiyordu. Pamuklu ticaret ondan soruluyordu ve yarısını da yine kendisi üretiyordu. Gıda fiyatlarının en düşük olduğu ülke idi ama en yüksek ücret seviyesini koruyabilen de tek ülkeydi. Dünyanın en medeni ve gelişmiş ülkesiydi. Londra finansın ve mal ticaretinin merkezi olduğu kadar ülkesinden kaçanların da sığınağı idi.
Abdülaziz Han’a seferde eşlik eden ve günce tutma görevi verilen İstanbul Belediye Başkanı o zamanki şehrin emini Avrupa medeniyetinin nesini almalı tartışmasında ‘…bu memleketlerden her şeyi alalım, hatta Müslümanlığı bile alalım….çünkü onlar ilim, irfan, medeniyet, çalışkanlık, adalet, müsavatları ile Müslümanlığın asıl emirlerini Hıristiyan oldukları halde tatbik ediyorlar, yani bilmeden hidayete mazhar olmuşlar’ diyerek Avrupa’nın bilime, sıkı çalışmaya, icat ve teknik ilerlemesine vurgu yaparak durumu özetledi.
Neden tüm bu meziyetler İslam Dini’ne atfedilir? Musa’nın ve İsa’nın dini de ve diğer öğretiler de tamamen aynı şeyi tatbik etmeyi öğütlemezmiş gibi! Tüm bunlar keyifle okunabilecek bir eserde, Cemal Kutay’ın ’47’ Gün’ isimli kitabında toplanmıştır.
Bizler genelde şehzade Murat Efendi’nin Kraliçe Viktoria’nın kızı Prenses Louisa ile evlendirilme olayına kafayı takarız. Denir ki; Murat Efendi yakışıklılığı, akıcı Fransızcası ve dans etme mahareti ile kadınlar başta olmak üzere herkesi büyüledi. Ama yine de kraliçe muvaffak olamadı. Bunu anlamak zordur olmamalıdır. Her ne kadar evlilikte kadının mensup olduğu din müslüman bir erkek için sorun olmasa ve Osmanlı Devleti de evlilik yoluyla diplomatik ilişkiler geliştirmiş ise de geç dönemde bir şehzadenin Avrupa imparatorluk mensuplarıyla akrabalık bağlarının olması istenmez. Ayrıca adetleri dikkate almak gerekir kanaatimce. Osmanlı sarayında müstakbel hükümdarın eşi nin yine saray içerisinde ve saray adabına göre yetiştirilmesi hususunu dikkate almış olmalıdır Osmanlı mensupları.
Bu arada Osmanlı aşıkları Atatürk icadı kabul edilen Cumhuriyet balolarını eleştirirken Şehzade Murat Efendi’nin dans etme kabiliyetini ve bu ziyaret esnasında Avrupalı beyaz tenli kandınlar ile olan dans münasebetlerine pek övgü yağdırırlar. Ne garip? Bir gariplik de Abdülaziz Han’ın bu ziyaret esnasında Kraliçe tarafından şövalye ünvanı ile onurlandırılmasıdır. Unutmamak gerekir ki hükümdar olan kral veya kraliçe aynı zamanda İngiliz Kilisesi’nin başıdır ve verilen şövalyelik unvanı da ‘Order of the Garter’ denilen Dizbağı Nişanı’dır, tarihi nerdeyse Haçlı Seferleri kadar eskidir, sembolü de İngiltere’nin koruyucu azizi Aziz Yorgi Haçı’dır. Kraliçe Elizabeth hazretlerinin Londra saray ve kalelerinde oturup dünyanın sayılı aileleri ve liderleriyle dünyayı yönettiği komplosuna inananlara bu hususu hatırlatma gerekir. Bir de Murat Efendi’nin mason olduğunu eklersek işler iyice karışabilir.
Nezaket ve belki de diplomatik bir gereklilik olarak bakılması gereken bu olay için ne padişah Abdülaziz Han’ı eleştirmek ve ne de dans eden şehzadelere laf etmek anlamlıdır. Pek çoğu sembolik nitelikteki bu tip uygulamalar devlet geleneklerinin kıymetine işaret etmekten başka bir şey olmamalıdır.
Modernleşme çabası ve çalışmaları içerisindeki Osmanlı Devleti’nde gelişmeler devam eder Aziz Han’ın seferi dönüşünde. Kendisi donanmaya verdiği önemle hatırlanır ki güçlendirme çalışmaları yapmış ve donanma bu çalışmaların neticesinde dünyanın sayılı donanmalarından birisi haline gelmiştir. Biz vatanperver Türkiyeliler bu donanmanın Ulu Hakan Gök Sultan Abdulhamit Han tarafından Haliç’te çürümeye terk edildiğini unutalı bir yüz yılı geçti.
Bir de donanma gösterileri esnasında yeni suya indirilen bir savaş gemisine Abdülaziz Han’ı onurlandırmak için ‘The Sultan’ adı verildiğini belirtmek gerekir. Gemi İkinci Dünya Savaşı sırasında da hizmet vererek 1947 yılında satılana kadar aynı ismi kullanmıştır.
Aziz Han döneminde Osmanlı’da demiryolu ağının oluşturulmasında atılan adımlar önemlidir. Arkeoloji müzesini o kurmadı ama Avrupa başkentlerinde gördüklerinden etkilendiği ve ön ayak olduğu söylenir.
Aziz Hanı’ın ziyareti anısına basılan bronz paradan bahsetmemek olmaz. Bu ziyaretin ölümsüzleştirildiği paranın ön yüzünde Sultan Abdülaziz portesi ve etrafından ‘ABDULAZIZ OTHOMANORUM IMPERATOR, LONDINIUM INVISIT MDCCCLXVII’ şeklinde Latince adı, ünvanı, ziyaret yılı yazılıdır. Arka yüzünde ise doğulu kadını karşılayan batılı kadın tokalaşması çok artistiktir. Batılı kadın iki eliyle tokalaşırken doğulu kadın bir eliyle de başındaki örtüyü düzeltir. Arkada ise dumanı tüten fabrika üzerinde ‘Hoşgeldiniz’ yazar. İki yanda da iki ülkenin kıymetli iki ibadethanesi yer alır. Her ne kadar bunların Westminster Manastırı ve Ayasofya Camisi oldukları söylense de esasen Aziz Paulus Kilisesi ve Ahmediye Camisi’dir. Ne de olsa yaşıttırlar.
Tarihi kıymetlendirdiklerini iddia eden birkaç açık artırmacı bu hatıra parayı 750 Amerikan Doları civarında bir fiyatla satışa sunmuştur.