Medeni Batı ülkelerinde, bilhassa Amerika Birleşik Devletlerinde “tarafsız basın” algısı bizdekinden oldukça farklıdır.
Öyle kimse ahkam kesmez tarafsızım falan diye.
Çünkü basının tarafsız olduğu genel kanıdır.
Peki Batı’daki anlamıyla “basının tarafsızlığı” basının siyasi tavır alamayacağı anlamına mı geliyor?
Evet dediyseniz yanıldınız, hem de çok yanıldınız.
Basının tarafsızlığı haberin “tarafsız” işlenmesiyle alakalı bir durumdur.
Yani, köşe yazısında bir gazete veya yazar taraf tutabilir. Ama konu habere gelince temel 5N1K kuralının yanı sıra basının olmazsa olmazı sayabileceğimiz bir etik ilkeye saygı gösterilip gösterilmediği de hayati öneme haizdir.
Nedir o temel ilke? Kısaca basının etik kuralları dediğimiz bir liste bu ama daha da kısaca anlatacak olursak bu ilke gazetecinin 1- habere; 2- haberin kaynağına; 3- haberde bahsi geçen kişilere; 4- haberin kaynağına; 5- varsa haberin sanayi ilişkisine; 6- varsa haberin toplumsal ilişkisine ve saire “saygılı” olmasını öngörür.
Tabii kimseye öğretmek gerekmez ama bir temel kural da tek taraflı haber olamayacağıdır. Bir siyasetçi, şirket veya herhangi bir kişi bir konuda iddiada bulunmuş ise “tarafsız” gazetecinin falan boş verin, gazetecinin temel vazifesi o konuda “karşı taraf veya tarafların” ne dediğini araştırıp, yazısına o karşı görüşleri de katmaktır.
Bu dediklerimi ne ölçüde yapabildiğimizi veya siyasi-ekonomik-hatır ve daha bilmem ne çıkar ağlarıyla örülmüş günümüz gerçeğinde bunu ne kadar becerebildiğimizi doğrusu ben kestiremiyorum. Türk basınının hali ortada. Koca bir haber kanalı hükümet veya hadi açığını söyleyeyim başbakan korkusundan tarih dergisini yayınlayamıyor, editör, genel müdür bilmem ne istifa durumunda kalıyor. Bir başka kurumda sessiz sedasız görevler değişiyor. Dün milletvekili olan bir zat-ı muhterem damdan düşer gibi TMSF kontrolüne verilen gazetenin başına çörekleniyor, anında yayın çizgisi değişiyor.
Anlayın artık vaziyetin vahametini… Sonra da basın hürmüş, baskı yokmuş… Sanki birisi peri masalı anlatıyor gibi.
İddialar müthiş… Bir iddiaya göre, polis AB gönüllüsü kızcağızı yanlış zamanda yanlış yerde bulundu diye tutukluyor, hakim serbest bırakıyor, polis yabancılar şubesine götürüyor, dört gün işkenceye tabi tutuyor… Üstelik de kızcağızı çırılçıplak “kendi isteğiyle” soyunmaya ikna ederek, elle taciz ederek…
Bir başka iddiaya göre ise tutuklanan genç kızımız TOMA içerisinde “çevik” kuvvet polisince taciz edildiğini, göğüslerini sıktıklarını, cinsel bölgesini ellediklerini söylüyor…
Başbakan ne diyor? Destansı başarı göstermiş Türk polisi. İddiaların doğruluğunu tabii ki bilemiyoruz. Gerçi şahit falan da var ama “doğru haber” için emniyet de bu konularda konuşmalı, ne halt yenildiğini açıklamalıdır.
Lice’de karakol yapımına isyan oluyor. Ölen var, yaralananlar var. Şimdi, bu karakolların neden istenmediğini biliyoruz. Eski derme-çatma karakollara nasıl baskın düzenlediğini, onlarca askerimizi nasıl katlettiğini eşkıyanın herhalde hatırlıyoruz. Bu karakolların inşaatı o dönemde toplum baskısıyla kararlaştırılmıştı. Şimdi de birer ikişer yapım aşamasına geldiler.
Ama durum değişti. PKK güya çekiliyor. Güya açılım var. PKK karakolların inşasını “sürecin ruhuna” uygun bulmuyor. Peki olan ne? Terör tehdidi azalınca asker bölgede asayiş operasyonlarına ağırlık vermeye başladı, dönümlerce Hint keneviri bulunuyor, yakılıyor her gün. Her yakılan uyuşturucu tarlası veya tesisi PKK’nın para kaybetmesi demek. Örgüt isyanlarda… Ne demek bu durum? Barış süreci falan hikaye, örgüt toparlanma için zaman istiyor. Dört aydır rahat, birkaç ay daha böyle sürsün. Yerel seçimleri pazarlık yaptığı güç kazansın, seneye Mart sonrası faaliyet aynen eskisi gibi…
Bu alçak pazarlığın alçak sonucunu birlikte yaşayarak göreceğiz, nihayette gene bu halkın çocuklarına yazık olacak. Birilerinin çocukları taş.. kanseri oldum adı altında falan askerden kaçacak, üçüncü çocuğuna baba olacak. Ne ülke ama?
Türkiye’siyle KKTC’siyle enteresan bir dönemden geçiyoruz. Yazdım, tekrar ediyorum. Kimse yandık, bittik edebiyatı yapmasın, mevcut ekonomik program bir yeniden yapılanma programıdır. Sendikacılığı siyasi parti faaliyeti ile karıştıranlar, sadece maaş artışı meselesi ile uğraşılacağını düşünenler; günde birkaç saat çalışarak cukkayı götürmeyi memuriyet diye algılayanlar, birkaç defa emekli olmayı (milletvekilleri ve maalesef bazı bakanlar dahil) marifet sayanlar kusura bakmasınlar…
Deniz bitti, kara göründü. Ekmek elden su gölden cumhuriyeti dönemi kapanmalı, kapatılmalıdır. Bu programın amacı da budur. Bu açıdan destekliyorum.
Eleştirim KKTC’nin yönetim boşluğundan da kaynaklanan nedenlerle Türkiye’nin giderek artan oranda müstemleke ilişkisi geliştirmekte olmasıdır. Bu konuda da Türkiye’ye saldırmak – ki kolaydır – yerine biraz kendimize bakmalı, yönetim boşluğunu sistemsel düzeltmeler yaparak gidermeliyiz.
Ben önümüzdeki erken seçimde oy kullanmayacağım. Oy vermemek de demokratik ifade şekli, bir nevi seçime katılmaktır. Evet, açıklıyorum şimdiden. Oy kullanmamın bir anlamı olduğuna inanmıyorum. KKTC doğru dürüst bir anayasal reform yapıp başkanlık sistemine geçmeli, kendine çeki düzen vermeli, şeffaf, etkin bir yönetim oluşturmalıdır.
Her sorunda “tanınmıyoruz da ondan” cevabı sadece cevap vermeden kaçmak anlamına geldiğini herkes anladı artık. Kimse yemez.
Sayın Mehmet Ali Talat ile sol merkezli iktidarda keşmekeş hakimdi… Sayın Derviş Eroğlu ile kendi eski partisinin iktidarında da keşmekeş hakim oldu, eşi benzeri görülmemiş rezaletler yaşandı.
Sayın Kurucu Cumhurbaşkanımız döneminde de sorun vardı ama o zaman onun tarihi ve ezici ağırlıktaki şahsiyeti nedeniyle sorunlar baskılanabilmekteydi…
O devirler geçti. Anayasal reform kaçınılmaz oldu.
Reform yapılmadığı sürece, bu küçücük adanın dünyaca tanınmayan bir köşesinde cumhurbaşkanı-hükümet kavgaları sürdüğü sürece ne benim oyum ne de sizlerin oyu herhangi bir yaraya merhem olabilir.
Zaman sivil tavır alma zamanıdır. Tavır alın, gücünüzü gösterin..
(Star Kıbrıs)