Sanırım pek çok kişi hayatında bir kere dahi olsa rehberli bir geziye katılmıştır. Rehberi beğenmiş ya da sinir olmuştur ama rehberli gezmenin kıymeti pekişmiştir. Bakmanın yetmeyeceğini, görmek ile bakmak arasındaki farkı anlamış olması muhtemeldir. Bilerek bakmanın kıymeti ve esas olduğunu anlamıştır.
Peki…rehberlik nedir? Rehberler kimdir?
Ben ‘rehber’ sözcüğünü sevmem ama yerleşik kullanımı budur. Yerine ‘mihmandar’ denilebilir ama o da havalı dahi olsa eski bir sözcüktür, yine de ikisi de Farsça kökenlidir.
Geriye ‘kılavuz’ ‘kılavuzluk’ kalıyor; ‘Yol gösteren, tarihi ve turistik yerleri gezerken bilgi aktaran kimse’ olarak tarif edilir. Para karşılığı yapılırsa bir mesleğe dönüşür…rehberliğe.
Antik çağdan beri yapılsa da esasen turizm ve gezme faaliyetinin arttığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmiştir. Türkiye’de ya üniversite sınavı ile Rehberlik Bölümü’ne yerleştirilirsiniz veya halihazırda üniversite mezunu iseniz ve bir yabancı dili de biliyorsanız Kültür Bakanlığı rehberlik sınavlarına katılarak uzun, sıkıcı, yorucu ve sorgulayacağınız bir süreç sonunda gireceğiniz sınavın neticesine göre rehber olursunuz. Bu sebeple bazen ‘ne kadar hukuk ve tıp fakültesi çıkışlı rehber var azizim’ dersiniz. Çünkü sanat tarihi veya arkeoloji mezunlarının yanında hukukçular ve doktorlar arasında da yaygındı eskiden.
Türkiye’deki rehberler ordusu zaman zaman kültür elçisi oldukları iddiasıyla gündem olurlar. Kültür Bakanlığı da elçilere zaman zaman el atar. Her defasından da minik tartışmalar olur bu hükümetin hızaya getirme çabalarında.
Çok yakın bir zamana kadar esnaf kabul edilip Esnaf Sicil Kaydı’ndaki yerleri sebebiyle ‘Berberlerle aynı kategoride mi olacağız?’ diye soruldu. Allah’tan eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın kendi evladı da rehber olmak istedi de ‘Meslek Yasası’ çıktı. Duacı olunur tabi bu tür bir üstada.
Rehberlerin ortak özellikleri ‘başka bir yabancı dili konuşabilmeleri’ diyebilirsiniz ama hiç de öyle değil aslında. Başta İstanbul’un belli başlı sayılı okullarından mezun olanlar Fransızca, İtalyanca ve Almanca bildikleri için rehber olmaya yöneldiler. Bunlara tabi üniversitelerin yabancı diller bölümlerinde okuyanlar ve yabancı dilde eğitim yapan üniversitelerde okuyanlar da eklendi. En çok da joker dil İngilizce ile.
Bir de tabi birkaç Avrupa dilini bir çırpıda konuşan nadide birkaç bay rehber için ‘Ay! Kaç dile değmiş’ dersiniz.
Türkiye’de Rehberlik Yasası Meclis gündemine gelerek rehberliği yasal bir surette yapabilmek için ‘en az bir yabancı dil’ konuşabilme şartı kaldırılmak isteniyor. Bunu duyunca üzülüyor tabi insan. Çünkü kültür elçilerinin kalitesini ve beklentiyi yukarı çekmek gerekir. Başka bir dili konuşabilmek entellektüel seviyeyi, bilgiyi ve görgüyü artırır diye düşünürüz. O sebeple Osmanlı’nın batılılaşma devrinden beri devlet memurları ‘bilgi, görgü ve deneyim edinmeye’ diye Avrupa baş kentlerine gönderildi ya. Bu uygulama hala devam ediyor ya…
Meclis’e getirilecek yasa tasarısı ‘kaygı verici gelişme’ olarak nitelendirip ‘mesleğin itibarı ve cazibesi kaybolacak’, ‘sahte rehberler çoğalacak’ denilip tepki veriliyor.
Bu kaygıları duyunca bir an hak verseniz de sonra şaşırmaz mısınız?
Ortalıkta bu kadar ruhsatı olmadan rehberlik yapan ve ‘kaçak’ denilen kişi varken. Ülkenin Arapça konuşanlara kollarını açmasından önce vardı bu durum hatta. Hiç Suriyeli göçmenleri suçlamamak gerekir.
Ayrıca dil bilmeyen, rehberlik kimlik kartında yazan dile hakim olmayan bir sürü kişi varken nasıl ‘en az bir yabancı dil’ şartını sağlayarak rehber olmuş diye şimdiye kadar hiç kimse sormamışken.
Kaldı ki…çeşitli üniversitelerin rehberlik bölümlerinden mezun olmuş ama dil barajını aşamadığı için rehberlik ruhsatını alıp çalışamayan onca mezun varken bu durumu düzeltmek ve o mezunlara haklarını vermek gerekmez mi?
O zaman İngilizce eğitim verecek öğretim elemanı ihtiyacı karşılanmadan rehberlik bölümü açtığı için YÖK’ü de suçlamak gerekmez mi? Her suçu hükümetin üzerine atmak doğru olur mu? İngilizce ders anlatamayan hocaların sorumluluğu yok mu? Onlar üniversitede ders anlatma yetkisine nasıl sahip oldular? Girdikleri sınavlar nasıldı ki araştırma ve çalışma konularına İngilizce dilinde hakim değildiler?
Bence bu konu rehberlikle ve rehber olacak kişide aranan şartla alakalı değil tek başına. Ülkemizde neden bir yabancı dili konuşamıyoruz sorusuna eğilmek gerek.
Bu sebeple bir şiir ile sonlandırayım… ‘en az bir yabancı dil bilme’ şartı hususunu ve bu üzücü halimizi yıllar önceden gören Trabzon’un Maçkalısı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden…Yıllar önceden ama güncel bir şiir değil mi? Okumanın zamanı geçse diyeceksiniz. Acıyla, üzülerek…bu şiir rehberler için yazılmadı ama kendini entellektüel gruba katan, çok okuyan, çok dilli, kışları gezen, yazları gezdiren farklı eğitim kökeninden gelen rehberlere ne kadar da uyuyor…
Buyurun…siz kendi mesleğinizi analiz edin şiir ile.
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.