Columbia Üniversitesi tarafından yaklaşık 100 yüzyıldır verilen ve gazetecilik alanının Oscar'ı olarak kabul edilen geleneksel Pulitzer ödülleri sahiplerini buldu. 14 ayrı dalda verilen ödülün bu yılki

sürprizi, bir internet sitesinde yayınlanan 'Cephenin Ötesi' adlı yazı dizisinin 'ulusal haber' dalında Pulitzer'e layık görülmesi oldu. David Wood tarafından hazırlanan 10 bölümlük dizi, Afganistan ve Irak savaşlarında yaralanan Amerikan askerlerinin karşılaştığı fiziksel ve ruhsal zorlukları konu alıyordu. Dizi tümüyle internet üzerinden yayınlandı ve aldığı ödülle tarihte bir ilkin gerçekleşmesine vesile oldu. Geleneksel medyanın pek de sıcak yaklaşmadığı internet haberciliği medya manastırının yıkılmaz duvarlarını yıktı.

Bize gelince, biz hala 28 Şubat'ta medyanın oynadığı rol konusunda tartışmaya devam ediyoruz. Andıçlama işini kim yapmış, 'dinciler geliyor' söylentisini kim çıkartmış, 'askerlerle kim işbirliği yapmış, başbakanın çıplak fotoğraflarını kim görmüş, kim kime şantaj yapmış, kimler bu işten paralar kazanmış, şimdi kimler hapse atılacakmış'; öff ört ki ölem.

Alem uzayı falan bıraktı, aynı yerkürede yeni bir medya dünyası yaratmaya başladı bile. 21. yüzyıl uygarlığı bilgi ve enformasyonun anlamını, içeriğini, fonksiyonlarını ve ulaşım kanallarını tümüyle değiştirdi, değiştirmeye de devam edecek. Medya kendisini ve kendisiyle birlikte içinde yer aldığı sosyal çevreyi yeniden üretmek sorumluluğuyla karşı karşıya.

En yenilerin bile eski sayıldığı bu düzende hepimiz büyük bir uygarlık sıçramasının tarihi şahitleriyiz. İnsan artık her şeyin temel referans noktası. İnsan dönüşürken, insana dair tüm bilgiler değişirken, insanın çevresiyle ilişkisini tanzim etmesindeki en önemli araçlardan birisi olan medyanın yeniden yapılanması da son derece normal. Medya eski yapısıyla artık insanın öğrenmek, yorumlamak ya da kendi sesini diğerlerine duyurmak maksadına karşılık veremeyecek kadar yavaş ve ilkel. Bu nedenle geleneksel medya artık bir ihtiyaç değil. (Kanımca bu durum, birkaç yıl içerisinde giderek daha da belirginleşecek)
Basılı medyanın kimi yerlerde hala popülerliğini koruması 'digital native' kuşağın devreye girmesiyle değişecek bir trend. Bizim neslin bilgisayar ekranında gördüğünü, print edip de kağıttan okumadan anlayamaması eğilimi şimdilerde tersine dönmüş durumda. Yeni nesil kağıttaki her bilgiyi scan edip bilgisayara aktarmadan okuduğunu anlayamıyor. Dünyanın yuvarlaklığını denize bakıp gelmekte olan geminin önce dumanını, sonra bacasını, sonra gövdesini görmek suretiyle ispatlamaya çalışmıyor. Direkt NASA'nın websitesinden dünyanın uydu fotoğrafını alıp masaya koyuyor.

Kısaca dünyanın yeni ev sahipleri, sonradan görme olarak tabir edilebilecek olan bizim neslimizin standart alışkanlıklarını ters yüz etmeye hazırlanıyor. Yeni insan tipi artık hafta sonu oynanan bir maç bittikten sonra yorumunu okumak için ertesi günü beklemek istemiyor. Maçı telefonunun ekranından takip etmek, dünyanın öbür ucunda oynanan maçların skorlarını İpaD ekranından anında görmek, youtube yüklenen 'örneğin Uruguay'daki bir maçın' güzel gollerini hemen izlemek istiyor. Kendi yorumunu twitterdan paylaşmak, kendisi gibi yorumlayanlarla facebooktan birleşmek arayışına giriyor.

Yeni digital uygarlık kitle iletişimini tek taraflı bir mecra olmaktan çıkartmış bulunuyor.
'Yazdım, okundu' felsefesinin sonuna gelmiş durumdayız. Artık 'yazdım, okundu, paylaşıldı, tepkiler geldi, cevapladım, gerekirse değiştirdim, yeniden öğrendim' dönemini sürüyoruz. İletişim artık karşılıklı bir etkileşim ortamı. Vaktiyle anneannemizin televizyona bakıp sorduğu 'Zeki Müren de bizi görüyor mu?' sorusunun cevabı şimdilerde, 'evet görüyor ve el sallıyor' olmalı.

AKŞAM