PKK saldırılarının artması ve gündemin terör ekseninde şekillenmesi kuşkusuz Türk siyaseti açısından belirli politik sonuçlar doğuracaktır. Önümüzdeki dönemde yerel ve genel seçimlere ilave olarak bir de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu göz önünde bulundurulursa, şiddet sarmalının süregideceği görülüyor. Zira terör ve yan etkileri, seçmen davranışları üzerinde etkiye sahip olan ve oy verme yönelimlerini manipüle edebilen faktörler. Terör varsa ne ekonomik başarıdan, ne sosyal gelişmeden ne de dış politika hamlelerinden bahsetmek anlamlı hale geliyor. Bütün gündem terör ve şiddet üzerinden şekilleniyor; siyasetin dili güvenlikçi söyleme doğru kayıyor. Seçmen de doğal olarak iktidarın karnesini o minvalde veriyor.

Lakin, terörün bir de iç siyasal dinamiklerle olan ilişkisi var ki, o sanıldığı gibi 'terör eylemleri arttıkça örgüte destek düzeyi de artıyor' paralelinde gelişmiyor. Terörizmin kendi ifade ettiği ve kamusal destek bulduğu politik çerçevenin dışına çıkmasıyla birlikte kendine yabancılaşma süreci başlıyor. Köklerinden kopan ve temsiliyeti azalan örgüt açısından her kendini gösterme çabası, görenin uzaklaştığı çirkinlikte bir gösteriye dönüşüyor.

PKK'nın önümüzdeki dönemde en önemli ikilemi de bu olacak gibi. Hala var olduğunu gösterebilmek için eylem yapmak ama her eylemiyle de kendi tabanından kopmak sorunuyla karşı karşıya. Örgüt, artık devletin zulmüne uğrayan Kürtleri temsil ettiği üzerinden geliştirdiği siyasi iddiasıyla değil, eylemlerinden ibaret şiddetkolik kimliğiyle görünürlük sağlamış durumda. Eylemlerdeki tahrip gücü arttıkça hem ulusal hem de uluslararası düzlemde terörist formatına giderek daha da sağlam bir biçimde yerleşiyor. Üstelik bazı önemli ayrıntılar da PKK açısından zorlu bir sürece girildiğini gösteriyor. Özetle.

1-
PKK göründüğü kadarıyla farklı merkezlerin birbiriyle uyuşmayan eylem stratejilerini aynı anda sürdürmeye çalışıyor. Bunların birbirlerinden haberleri olmadığı gibi, taktik farklılaşma yüzünden diğerinin stratejisini baltalıyorlar. Adam kaçırmalardan, şehirleri bombalamaya, büyük çaplı saldırılardan savcılara dönük suikastlere kadar birçok farklı eylem türü geliştirmiş durumdalar. Genel stratejinin devletin güvenlik güçlerine yönelik saldırılar şeklinde gelişmesi beklenirken, birden şehir merkezinde patlayan bir bomba, bir savcıya yönelik bir suikast ya da bir okula yönelik saldırı gibi eylemlerle çerçeve genişliyor. Örgütün bir kanadı uluslararası kamuoyunun gözünde milis kategorisine yerleşmeye çalışırken, diğer kanat yaptığı eylemle en azılı terörist kılığını giymekten kaçınmıyor. Bu da PKK içerisinde siyasi bir kırılma yaşandığını gösteriyor. Öcalan'ın eylemlerden rahatsız olduğu, Suriye kanadı ile Kandil merkezinin birbirinden kopuk olduğu gibi iddialar ayyuka çıkıyor. Uzun süredir ısrarla üzerinde durduğumuz bir tane PKK yok savı, artık çıplak gözle görülebiliyor.

2-
PKK'nın eylem merkezlerinin sınır dışına kaymış olması, yerel siyasi iddiaları anlamsız hale getiriyor. Türkiye'nin Kürtlerinin mustarip olduğu sorunların Suriye'nin istihbaratı ya da İran ajanları ilişkisi kafaları karıştırıyor. İnsanlar Türkiye'nin dış politikasının yönünü değiştirmek için araçsallaştırılmış bir PKK gerçeğinin, kendi gerçeklerinden kopmuş olduğunun farkındalar. Artık ortada başka bir durum var ve bu bir hak mücadelesi falan değil, uluslararası boyutları olan bir savaş hali. Nitekim Kürtlerin bugün talep ettiği her şey hayata geçirilse bile PKK'nın varlığını sürdüreceğini ve hatta şiddeti daha da öne çıkaracağını şimdiden söyleyebiliriz. Yerel halkın bir süredir PKK'nın destek taleplerine olumlu cevap vermiyor oluşu da bu yüzden.

3-
PKK'nın ürettiği şiddetin dozu yükseldikçe, devletin güvenlik güçlerinin karşılık dozu da yükseliyor. Örgütün son dönemde verdiği kayıp sayısı çok yüksek. Öldürdüklerinden çok daha fazlasıyla ölüyorlar ve bu kadar hasar doğal olarak her yerde liderliğin sorgulanmasına yol açıyor. Nitekim yakın zamanda PKK içerisinde muhalefet ve başkaldırı krizinin boy göstermesi şaşırtıcı olmaz.

4-
PKK'nın daha önce Batı dünyasından aldığı desteğin İran ve Suriye'den aldığı yardıma dönüşmüş olması, uluslararası platformlarda ciddi bir zemin kaybı anlamına geliyor. Bu, örgütün tüm dünyada özgürlük savaşçısı formatından terörist kimliğine doğru kayacağının bir göstergesi. Böyle bir durumda devletin güvenlik teşkilatının vereceği mücadele de Batı kamuoyunda daha fazla meşruiyete sahip olacaktır. Devletin OHAL ya da dokunulmazlıkların kaldırılması gibi sivil halkı rahatsız edecek uygulamalar yerine, her türlü tahrike rağmen, teröristlere odaklı kalmasının örgüt açısından en tahrip edici mücadele türü olduğunu söyleyelim. Gelinen noktada Türkiye, fikri ve moral üstünlüğü ele geçirme noktasında ve bundan vazgeçmemeli.

(Akşam gazetesinden alınmıştır)