Amerikan başkanlarına ilgi duyan biri olarak onların geçmişlerini okurken neden yoğunlukla İrlandalı olduklarını merak ederdim eskiden. ‘Ekonomik bir gerekçe ile göçmüş olmalılar’ derdim ama bunun bir de kıtlıkla da alakalı olduğunu bilmezdim.
İçinden Osmanlı sultanının cömertliği de geçer…şöyledir;
Bir gün Kelt diyarı İrlanda’ya seyahate çıkarsanız bu çilekeş katolik ülkenin tarihine ve hususiyetle 19. yüzyılına büyük açlık/kıtlık olarak damgasına vuran ve yıllar süren felaketi her yerde görürsünüz. Ama yine de bilerek gitmek farklı bir nazarla gezme ve tahlil yapma imkanı sunar size. Burada bizi de ilgilendiren ve ziyadesiyle onurlandıran bir durum ortaya çıkar. Bu durumdan da haberdar olarak bu ülkeyi ziyaret etmenizde fayda vardır kanaatimce.
1845 yılından itibaren patates hasadının düşmesi ile başlayan kıtlığa rağmen üretilen tahıl İngiltere’ye satmaya devam edilir. Bir milyondan fazla insan açlıktan ve salgın hastalıktan ölür ama bundan daha da fazlası Kuzey Amerika’ya göç eder. 1900 yılında İrlanda nüfusu kıtlık öncesi 8 milyonun yarısı olan 4 milyondur sadece. Bu zorlu durum sessiz bir ayaklanmaya dönüşür ve İrlanda’nın İngiltere’den ayrılmasına kadar varır… Éire olur.
1845 yılının Ağustos ayında aşırı yağmurlar sebebiyle patatesler tarlada çürür ve hasat yapılamaz. Eylül ayında patates tarlalarına bir de hastalık bulaşır ve kıtlık bu şekilde başlar. Kıtlığın başladığını gören İrlanda’yı kontrol altında tutan İngiliz Hükümeti Hindistan Mısırı denilen bir çeşit tahılı İrlanda için ithal ettirir ama bu halka dağıtılmaz. Zaten İrlandalıların para ile satılan herhangi bir ürünü alacak parası yoktur. İrlandalılar da çok düşük ücretle, Hindistan mısırını alabilecek kadar, bazı işlerde zorunluk olarak çalıştırılırlar ki akla hemen yol yapım çalışmaları gelir. Çalışma şartları çok kötüdür ama fakir ve parasız İrlandalılar yiyecek maddesi alıp ailelerini geçindirebilecek kadar kazandıklarında mutludurlar. İşte…hiçbir yere gitmeyen yollar, hiç kimsenin geçmeyeceği yolların yapımında çalışırlar.
1845 ve 1846 yılları arasında fakirlik ve açlıkla geçen günler artmış ama yine de kıtlık esas yüzünü daha göstermemiştir. Bir sonraki yılın patates hasadının iyi olacağı ve durumun düzeleceği umulmaktadır ama olmadı.
Deniz salyangozundan sülüğe ve deniz yosununa kadar bulduklarını yerler, çiğ veya kaynatarak ve bir süre sonra dizanteri, humma gibi hastalıklardan ölüm başladı. Hatta çiğ istiridyenin hastalık ve ölüm getirdiği bilinse bile insanların pişirip yemek olarak hazılamaya güçleri ve sabırları yoktur.
Muhafazakar İngiliz Hükümeti’nin konuya kayıtsız kaldığı, kıtlık zamanlarında tahıl ihracını durduran diğer Avrupa hükümetlerinin yaptığını İrlanda’da yaptırmadığını ve başka ürün ithaline de izin vermediği söylenir.
İrlandalı yazar James Joyce Ulysses isimli eserinin 600. sayfasında şöyle der;
‘Even the Grand Turk sent us his piastres. But the Sassenach tried to starve the nation at home while the land was full of crops that the British hyenas bought and sold in Rio de Janeiro.’
Buradaki ‘Grand Turk’ Abdülmecit Han’dır. Günümüzde bizleri etkileyen ve gururlandıran bu davranış biraz Abdülmecit-Viktoria çekişmesi gibidir. Osmanlıdan gelen yardım miktarının Britanya İmparatorluğu’ndan gidenin kat be kat üstünde olması neticesinde Osmanlı’nın nakdi yardımı sekteye uğrar. Ayni yardım çabası da İrlanda’ya giden yabancı bandrollü gemilerin girişine izin verilmediği için sorun yaşar. İşte o zaman…
Gemi Dublin’e giremeyince Drogeda Limanı’na yanaşır…
‘from the People of Turkey…..to the People of Ireland…’
Yiyecek, ilaç ve tohum yüklü bir gemiler denir ama miktarı, ne tür ilaçlar oldukları ve benzeri hususlarla ilgili bir bilgiye rastlamadım. Osmanlı Arşivi uzmanlarına iş düşüyor burda. Maden Osmanlı’da herşey kayıt altındadır, yardım yüklü bu gemilerin mal listesi de bir yerde olmalıdır.
Ama TOHUM gönderme fikri çok harika, insanca değil mi?
İrlandalılar bu desteği hiç unutmaz, kurulan futbol takımına Ay-Yıldız eklenir ve Drogedaspor ve Trabzonspor dostluğu da bu şekilde…
O halde bir Dublin seferi hak ettiğinizde 50 mil uzaktaki Drogeda’yı da ekleyiniz derim.
……
Gıda çok kıttır, olanın fiyatı da astronomik bir artış göstermiştir ve fakir kesimin normal zamanda alacak gücü olmadığı gibi bu şartlarda yapabilecek hiçbir şeyi yoktur.
Ayrıca 1947 yılının bahar aylarında amaçsız ve plansız yol yapım çalışmaları da durdurulmuştur ki Katolik İrlandalılar daha çok ölmeye başlar. Açlık ve hastalık yeniden… Bu yıl İrlanda tarihinde ‘Black 47’ olarak adlandırılır.
Ayrıca bu yıl kayıtlara geçen en ağır kış şartlarının yaşandığı yıl olur, şiddetli fırtınadan balıkçılılar balığa dahi çıkamaz. Çıkan da geri dönemez, fırtınada boğularak ölür. Ama tabi kıtlık henüz bitmez, toplamda 7 yıl sürer ve bir milyondan fazla insanın öldüğü tahmin edilir.
Bu dönemde açılan ve yoksullara yemek dağıtan ‘Society and Friends’ isimli aşevi İrlanda’da hala daha bu hayırsever faaliyetini kapıdan giren herkese giyim kuşamına bakmadan sunmaktadır. Dublin gezisinde bu husus da hatırlanmalıdır. Titiz Türk hanımlarının yapacağını pek sanmak ve kocalarını da sokmazlar ama girip çorba içmek de mümkün.
İngiliz Hükümeti maliye bakanı Charles Trevelyan ise ‘İrlanda’nın nüfus sorununu tanrı kendisi çözdü ve İrlandalılar bu durumdan ders çıkarmalıdır. Eğer İngiliz Hükümeti yardım etseydi daha sonra da aynı şey olacak ve İrlandalılar yaşananlardan ders çıkaramayacaklardı’ der. Kendisine daha sonra hizmetlerinden ötürü ‘Sir’ ünvanı verilir.
Bu esnada Katolikler patates tarlalarına tanrının onlara kızdığı için hastalık gönderdiğine inanmaya devam ettiler. Diğer taraftan ise ülkeye gelen protestanlar aşevleri kurarak, insanları besleyerek kendi cemaatlerine katmaya çalıştırlar. Bu kıtlık ve ölüm ortamında bile Protestanlar aşevinden yararlanma şartını protestan inancını benimsemek olarak koyarken Katolik İrlanda Kilisesi insanların açlıktan ölmesini, çocukların boğazlarının kesilmesini yeğlediklerini beyan ettiler. Protestan din adamlarının çorba vererek din tüccarlığı yaptıklarını iddia ettiler.
İşte bu kıtlık Amerika’ya göçü beraberinde getirdi, açlıktan veya salgın hastalıktan sağ kalabilen ve Atlantik’in iki yakası arasında sefer yapan buharlı gemiye binecek kadar parası olanlar Amerika’ya göç ettiler. 1847 yılında 300.000 İrlandalı İngiltere’ye geçti. Pek çoğu ardından Kuzey Amerikaya ve pek azı da Avustralya’ya gitti. Amerika’ya gitmek 4 İngiliz lirasıydı ve yetişkin bir bireyin 6 aylık kazancına eşdeğerdi. Bu miktar Avustralya için 14 liraya çıkınca oraya daha az giden oldu.
Ama yolda ölenlerin ve denize gömülürler sayısı da çoktur denir. Hayatta kalanlar ise karşı tarafta iyi karşılanmaz, İngiltere limanlarından gelen gemilere tabut gemiler denir ve karantina uygulanır. Sanki günümüzde Türkiye’den gelen uçaklar gibi…
İrlanda…değişik bir ülke. Katolikliğine rağmen, katolik boşanmaları resmi olarak tanıyan tek ülke olmasına rağmen, aynı cinsten evliliklere halk oylaması ile izin veren ilk ülkedir. Ama çocuk aldırmak hala ilk 12 haftaya kadar...
Amerika’ya giden İrlandalıların ülkeyi tanımadıkları söylenir ancak İngilizleri Bağımsızlık Savaşı’nda def etiklerine göre kahraman olmalıydılar. Ayrıca göçmen İrlandalılar her ne kadar Amerika’da içkici, kavgacı, yalancı ve dolandırıcı olarak anılsa da iç savaş döneminde Kuzeyliler’in yanında kahramanca savaşmaları itibarlarını artırdı. İrlanda’nın köylüleri Amerika’da şehirli sınıfı oluşturmaya başladı.
O halde bakınız artık Amerikan baskanlarının kaçı İrlanda kökenli…