Sevgili okurlar,
Yeni bir şehir, yeni kokular, renkler, yepyeni bir enerji… Benim için farklı bir anlam taşıyan bir şehir.. Okuyup, pratiğini yapmaya çalıştığım meditasyonun esas kaynağının olduğu, aydınlanma yolundaki ilk adımların atıldığı topraklar… Aldığım her nefeste adeta bir şeyler keşfetmeye çalışıyorum ne komik! Yeni bir bilgi öğrenmek, yeni bir ruhsal deneyime açılmak ister gibi merakla nefes alıp veriyorum sanki…
İşte bu şehir, Bangkok! Geçen hafta kısacık bir gezi olarak kendime hediye ettiğim bu seyahatten bazı izlenimleri, bende çağrıştırdıklarını sizlerle paylaşmak istedim!
Bangkok, Thailand’ın en başkenti ve en gelişmiş şehri olma özelliğini taşıyor. Güneydoğu Asya’nın en kalabalık ve önemli şehirlerinden biri olma özelliğini taşıyan Bangkok’un şu an bilinen nüfusu 12 milyon. Cvıl cıvıl, 24 saat hayat dolu, hiç nefes almadan koşturan dinamik insanların şehri Bangkok! Şehirde sadece dört gece geçirdiğim için sadece genel bir izlenim sahibi olduğumu düşünüyorum. Ancak bu izlenimin içine oldukça farklı renkler, duygu ve düşünceler sığdırabildiğimi düşünüyorum. Thailand’ın ekonomik merkezi olan bir şehri yaz mevsiminde ziyaret etmek belki de çok doğru bir zamanlama değil… Tropik iklimin sıcaklığı ve nemi trafikle dolu sokak ve caddelerde kimi zaman insanı oldukça rahatsız edebiliyor. Şehirin büyük sıkıntılardan biri trafik, ancak yaşayan halka baktığımızda, sıcaklığın rehaveti ile olsa gerek, herkes olabildiğince sakin ve huzurlu.. Biraz araştırma yaptığımda ise, yerli haklin hafta sonları bu kalabalıktan şehir dışındaki sahil kasabalarına kaçtıklarını öğreniyorum. Önceleri nehir kıyısına yerleşen yerli halk, zaman içerisinde şehrin daha içlerine doğru ilerlemeye başlamış. Günümüzde ise, şehrin stresli ve hızlı temposundan uzaklaşmak isteyenler için nehir halen önemli ve güzel bir kaçamak bölgesi.
Küçük bir bot kiralıyoruz ve bir saatlik gezimiz başlıyor. Parlak güneşin ışıkları ile küçük teknemizde ilerliyoruz. Bu kanal turunun en büyük özelliği nehir boyunca görülen tapınaklar ve getolar, yıkık dokük evler… Nehir açık bir kahverengi renginde, güneş parlak ve küçük tekne yavaşça yol alıyor. Birden sağ ve sol tarafta tapınaklar beliriveriyor. Tapınaklardan yayılan tütsü kokuları ve dingin bir enerji tüm nehire yansıyor sanki. Ancak dikkatimi yine her iki tarafta da gördüğüm yıkık dökük ev niteliğinde bile olmayan barakalar çekiyor. İçindeki insanlara bakıyorum, çocuklar, yaşlı kadın ve erkekler.. hamaklarına uzanmış insanlar. Bu barakaların cam ve kapıları yok, elektrikleri yok, yıkanan çamaşırlar dışarıya asılmış dizi dizi, tütsü kokuları ve müthiş bir yoksulluk içinde var olan insanlar. Pek çok düşünce geliyor aklıma, özellikle halkın %90 ının Budist olduğu bir toplulukta acaba bu insanlar da aynı felsefeye bu noktada bile sahip çıkabiliyorlar mı? Budism’in felsefesi üzerine düşünmeye başlıyorum. Başka bir önemli nokta ise, bu barakaların bu halinde dahi hemen hemen hepsinde bir köşede ibadet köşesinin olması… Demek ki günlük ibadetleri bu insanlar için dahi ne kadar da önemli! Sanırım şehrin en yoksul bölgelerini görmüş oluyorum. Heyecanla diğer göreceğim yerleri merak etmeye başlıyorum. Nehirde gezerken eskimiş bir botun içinde bir adam yaklaşıyor bizim teknemize. Teknesinin içinde turistik pek çok eşya var, bizlere satmak istiyor. Küçük bir Buda heykelciği alıyorum kendisinden…
Nehir gezintimizten bana pek çok düşünce kalıyor.. Neler mi bu noktalar? Ruhsallık boyutundaki tüm çalışmaların özü hepimizin bir olduğunu öğretiyor bizlere. İşte bu noktada, şehrin farklı bölgelerindeki insanlar hakkındaki izlenimlerim bana tekrar tekrar bu olguyu hatırlatıyor. Evet hepimiz biriz, egolarımızdan sıyrıldığımız anlarda enerjetik anlamda dualite yaratmadığımızda ve diğerini kendimizle eşit gördükçe hissettiğimiz tek şey sevgi oluyor. ‘Ben ve sen’ diye düşünmeden,
Yaradanın farklı suretlerinin her birimizde ayrı ayrı yansıdığı bilincine gelerek yaşamak. Kendim için dilediğim ve istediğim güzel ve olumlu bir temennin aynısını karşımdaki için istemek, herkesi olduğu gibi koşulsuzca sevmek noktasına getiriyoruz bizleri. Hırs, kişisel algılamalar, nefret, düşmanlık gibi duygular ile beslenen egomuz bize ne oyunlar oynuyor ve bizim kendimizi diğerlerinden farklı olarak görmemizi sağlıyor. Halbuki hepimiz gerçekten biriz ve yapacağımız tek şey önce kendimizi sonra da herkesi koşulsuzca sevmek! Bu dönemde ‘birliğin’ ve hak boyutunun’ önemi oldukça fazla. Herkese saygı göstermek ve değer vermek en önemli ruhsal öğretilerden biri. Kendimizi farklı, özel ve diğerlerinden daha değerli gördüğümüzde egomuzun etkisine girmiş oluyoruz ve yaşacağımız tecrübeler ve deneyimler de ona göre şekillenmiş oluyor.
Budism’in şekillendiği bu topraklarda bu düşünceleri tekrardan hatırlamak, dışarıdaki dünyayı ve dışsal zenginleri odak noktamız yapmadan içsel zenginliğimize ulaşmaya çalışmak… Bir saatlik bir nehir gezintisi ve bendeki çağrışımları…
Sevgi dolu ve neşe içinde bir hafta diliyorum.