Sevgili Okurlar,
Paskalya bayramının ardından, bugun pırıl pırıl bir güne daha uyandık! Sizlere, oldukça iyimser ve sevgiyi kucaklayabildiğimiz bir hafta diliyorum.
Parlayan güneşin ve doğanın uyanması ile içimize dolan huzur ve iyilik hali her zaman kalbimizde ve bizimle olsun!
Bu güzel dileklerimden sonra, geçen haftalarda bir eğitim için bulunduğum İstanbulda yaptığım gözlemler, politik açıdan ülkece yaşadığımız kargaşa ve hepimizin yaşadığı korku ve endişe halinden bahsetmek hiç iç açıcı gelmeyecek belki siz sevgili okurlarıma… Ancak kısmen de olsa, özellikle bu durumun bizlerde yarattığı etkilerden bahsetmek istiyorum.
Öncelikle geçtiğimiz haftalarda, elimde ünlü İtalyan sinema sanatçısı Sophia Lauren’in hayatını anlattığı autobiyografisi vardı. Kitapta en çok etkilendiğim yerler, Sophia Lauren’in çocukluğunun geçtiği yıllar olan 1940lardaki İtalyanın durumu idi. Lauren, o dönemdeki çocukluğunu anlatırken, savaşın o gri renklerini çok güzel ifade etmişti. Çocukluğunda tecrübe edindiği bu korku ve yokluk hali, ünlü sanatçının daha sonraki yetişkin dönemini etkileyen önemli bir fakör olmuştu.
“Savaş patlak verdiğinde altı yaşındaydım, bittiğinde onbir. Gözlerim bir daha asla silemeyeceğim görüntülerle doluydu. İlk anılarımı düşündüğümde, bombaları, hava saldırısını sirenlerini yeniden duyar, açlığın midemi ısırışını hala hissederim. Ve soğuk, karanlık, daha karanlık. Arada sırada, ansızın korku yeniden çörekleniverir içime. İnanılmaz gelebilir ama bugun bile ışık açıkken uyurum.” Sophia Lauren* ‘Dün, Bugün,Yarın’
“Siren başlar başlamaz, Pozzuoli-Napoli güzergahındaki demiryolu tüneline sığınmaya gidiyorduk. Şiltelerimizle iniyor, onları rayların yanındaki çakıllara seriyorduk. …… Tünelde sahip olduğumuz herşeyi paylaşıyor, birbirimizi yüreklendiriyor, birlikte ağlıyor, uyumaya çalışıyorduk. Hep bir arada bğrışarak birbirimizi avutuyorduk, bu karabasanın bitmesini umut ediyorduk.”
Elbette ki, bu satırlar, ülke olarak içinde bulunduğumuz gergin ve acı dolu günler konusunda beni düşündürmüş, yıllar önce yaşanan bu savaşlardan ve acılı deneyimlerden neden ders alınmadığı konusunda beni derinden etkilemişti.
Yıne aynı günlerde, istanbuldaki eğitimlerimden sonra ‘Generation War’ isimli bir Alman yapımı televizyon dizisini izleme fırsatı buldum. Bu dizi de beni gerçekten derinden etkiledi. Dizide, 1930larda çok yakın arkadaş olan beş tane gencin hikayesini izlemiş oldum. Bu gençler, tüm hayallerini, sevgillerini, deneyimlerini arkadaşça ve huzurlu bir şekilde yaşarken, savaşın çıkması ile hepsi farkli yerlere savrulur ve hayatın çok farklı yüzleri ile karşılaşırlar! Hepsi ayrı ayrı şekilde travmalar yaşarlar, gruptan bir genç hayatını kaybeder savaş alanında. Musevi olan genç ise, tüm ailesini kaybeder, toplama kamplarında korkunç deneyimlerden geçer ancak sonunda savaşın bitmesi ile kaçarak, hayatını kurtarır. Bu dizide, karakterlerin yaşadıkları, içsel travmaları ve kayıpları öylesine gerçekçi ve harika bir oyunculukla perdeye aktarılmıştı ki, izlediklerimin etkisinden günlerce kurtulamadım.
İşte savaş,gerilim onun etkileri derken, bu konudaki araştırmalara göz atmam gerektiğine inanarak, bazı bilgilere ulaştım.
Yapılan araştırmalar, kişiler terör olaylarını aktif olarak yaşamasalar da her yüz kişiden yirmisinde çok ciddi psikolojik rahatsızlıklar yaşandığını göstermektedir.
Öfke patlamaları, depresyon, ankisiyete, uyku sorunları, davranış bozuklukları sıklıkla yaşanmaktadır.Ayrıca konsantrasyon bozukluğu, işe yoğunlaşamama sonucunda iş kayıpları, yalnızlık ve çaresizlik duygularına sebep olmaktadır.
Gelecek endişesi ve belirsizliği, kariyer yapılandıramama, güven sorunu da etkileşimlerin ikincil boyutunda yer almaktadır. Duygusal davranışlar öncül sırada yer alır, akılcıl davranışlar daha geri plandadır.
Doğası gereği ki her canlıda olduğu gibi insanda da psikolojik tepkilerden savaş ya da kaç tepkisi oluşur. Çünkü en önemli konu güvenlik ve barınmadır. Başka seçenekler daha geri planda kalmıştır. Kişiler ya olaylarla çok iç içedir ya da çok ilgisizdir. Aslında her ikisi de geliştirilen bir çeşit savunma mekanizmasıdır.
Duygu durumları ise bireyden bireye farklı yansır. Öfke, suçluluk, ankisiyete, depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar şeklinde yansıyabilmekte ya da tam tersi umursamaz tavır sergilenebilmektedir.
Umursamaz tavır ya da aşırı hassasiyette kitle iletişim araçları ve özellikle medya büyük önem taşır. Popülasyonlarda devam eden terör tehditleri doğrudan mağdurları etki altına almasa da medyanın şahit konumunda olması ülkede yaşayanlar arasında düşmanlığı arttırmaktadır.
Bütün bu bilgilerin ışığı altında elbette ki, hepimiz yaşanan süreçten elbette ki etkileniyoruz, birbirimize belki de sürekli olarak korkularımızı ve endişelerimizi konuşarak birbirimize yansıtıyoruz. Türkiye’de yaşayan ya da başka ülkelerde akrabalarımızı, ailelerimizi düşünüyor, hem kendimiz hem de onlar için endişleniyoruz.
Araştırmalar bize, KADINLARın savaştan terör olgusundan ve toplumda huzursuzluk yaratan benzeri bütün olumsuz durumlardan,erkeklere oranla daha fazla etkilenmekte olduğunu göstermektedir.
Erkeklerin duygusal tepkilerini daha iyi kontrol edebildiklerini,bu yüzden de savaş olgusuyla daha iyi başa çıkabildikleri görülmektedir.
Erkekler doğal yapıları gereği daha dayanıklıdırlar. Doğdukları andan itibaren toplum içerisinde evini, eşini ve ailesini koruyan, gerektiğinde vatanı için canını verebilecek bir algıyla yetiştirilmişlerdir. Bu nedenle duygusal tepkilerini daha iyi kontrol edip, saklamayı başarabilirler.
Yapılan çalışmalarda ,savaşa katılan erkeklerde ,sıkça savaş sendromu adı verilen ve travma sonucu stres bozukluğuna sebep olan bir hastalık görülmektedir.
Peki sevgili okurlar, kendimizi koruma altına almak için neler yapabiliriz?
1. Fiziksel egzersizler ve nefes tekniklerinden destek alarak ruhsal ve bedensel rahatlama. Uyku ve beslenme düzeninde bütünsel sağlığı korumalıyız.
2. Sosyal medya ya da kitle iletişim araçlarında yazılanların tümünde doğruluk payı olmadığının bilincinde olmalıyız.
3.
İnsanların gerçek düşünce, yaşantı ya da duygularını yansıtmama gibi bir eğilim sergileyebileceklerinin olasılığının farkında olabilmeliyiz. Çünkü böylesi yaşanan sahnelerde felaket senaryoları üretilebilmektedir.
4.
Düşük toleranslılık gösteren acımasız duygu ve düşüncelerden uzak durmalıyız.
5.
Olayları haber kaynakların takip ediyorsak, kendimizi yıpratmadan üzüntü ve öfke güçlenmesine izin vermeden bilgi alma amacıyla takip etmeliyiz. Ancak mutlaka katılımcı olunması gerekiyorsa da sakin, öfke yönetebilmeyi başararak çözüm odaklı yaklaşımlar içinde olunmalıdır.
6. Sağlıksız, mantık dışı düşünce ve duygu durumlarından uzak durmalıyız.
7. Sağlıklı ve daha rasyonel düşünebilmeliyiz.
8. Kendimizi kontrolde güç geliştirilmesi, içsel dürtülerin ve dışsal tahrik edebilici kontrolü sağlamalıyız.
Sevgili okurlar, tüm bu endişe ve korkuların etkilerinden kendimizi uzak tutmaya çalışmalıyız! Birlik ve beraberlik duyguları içinde, hayata güvenerek, her şekilde sevgi ve sefkati yaşamaya ve yansıtmaya çalışmalıyız!
Sevgilerimle, huzur dolu bir hafta diliyorum!