Necip Fazıl, Türk şiirinin ve düşünce hayatının büyük ismi. Aynı zamanda bir eylem adamı; Türkiye'nin en karanlık dönemlerinde sesini yükseltebilen, düşüncelerini haykırabilen haysiyetli bir aydın.
Bu nedenle de ömrünün önemli bir kısmını hapishanelerde geçirdi, dergileri defalarca kapatıldı, kitapları toplatıldı, 27 Mayıs'ta yargılandı...
Bu isyan adamının 12 Eylül üzerine yazdıkları ise çok farklı. Profesör İsmail Kara, Derin Tarih dergisinin mayıs sayısındaki yazısında Necip Fazıl'ın '12 Eylül darbesini methiyeler düzerek karşılaması'na hafifçe değiniyor.
Üstad'ın Rapor 13'ü 12 Eylül darbesi ve darbeciler hakkında unutulası övgüler içeriyor. Bütün yazdıklarını 'her kelime, cümle, mısra' siyasi vesayeti ilan eden üstadın 12 Eylül üzerine yazdıklarını hem ölüm yıldönümü hem de 12 Eylül yargılamaları vesilesiyle hatırlamanın ve belki de Türk sağının tarihi üzerine bir tartışma başlatmanın zamanıdır.
Üstad'ı dinleyelim:
"Hareketin mahiyeti... Malum klasik darbelerden biri değildir... Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabiyle Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi... 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır... 27 Mayıs 1960 hareketi 'millete rağmen' diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak 'millet için' formülüyle ifade edilebilir."
"Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış... Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısiyle gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı... Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah..."
"Vatanı kurtarmak için, bu son hareketin son çare olduğunu 6-7 aydır müdafaa eden' Üstad'a göre 'ordu mecbur'dur. Orduya davetiye çıkarmayan siyasilere de sitem eder; 'Ben olsaydım orduya 'gel bu işi sen yap!', hatta 'beni de yakala!' teklifinde bulunmayı en akıllı tedbir sayardım."
"Darbenin Başbakanı Bülent Ulusu, 'bahriyelilere mahsus bir nezaket, yumuşaklık ve uysallık içinde'dir.... Başbakanın iki konuşması üzerinde dikkat ettiğim nokta onun 'başarımızı Allah'tan niyaz ederim' sözleri oldu. Bu sesi özlüyorduk."
"Hakkın tayini, türlü oyunlara getirilen yığınlara değil, hakka bağlı bir otorite merkezine ait olması gerekir. Biz dünya görüşümüz icabı, hak ve hakikat saltanatından gayri bir sistem tanımayanlardanız."
"Diyarbakır'da 'şeriatin kestiği parmak acımaz' diyen Devlet Başkanı şeriati hak ve hakikat manası dışında kullanmış olmayacağına ve ayrıca 'anarşiyi kökünden temizlemedikçe gitmeyeceğiz' dediğine göre gerçek Müslüman'a düşen vazife ona şöyle cevap vermektir: Dediklerinizi yapın da, başımızdan hiçbir an eksik olmayın!.."
Necip Fazıl'ın bu övgüleri ve tespitleri 12 Eylül'den hemen sonra çekindiği veya korktuğu için yaptığı hiç sanmıyorum. Darbecilerden bir beklentisinin olmayacağı da kesin... Peki neden? Necip Fazıl, 12 Eylül darbesine ve darbecilere inanmış olmalı. Üstad bu yazdıklarından dolayı daha sonra pişmanlık duymuş mudur? Bilmiyorum. Bütün bu desteğe rağmen 12 Eylül rejiminin, 80 yaşını bulan şairi tutuklamaya kalkıştığı da söylenir.
Son zamanlarda devleti, Kemalizm'i, solu vs. kendi tarihleriyle yüzleşmeye çağırıyoruz. Peki ya Türk sağı? Onun yüzleşmeye ihtiyacı yok mu? Bu yazıyla yapmaya çalıştığım, 'sağ'ı kendi tarihleriyle yüzleşmeye davet etmekten ibaret. Biliyorum bu yazıdan sonra nelerle karşılaşacağımı; hele Necip Fazıl'a 'yeni Türkiye'nin neredeyse 'resmî şairi' (haydi ideologu demeyeyim) muamelesi yapılırken.
Aslında Necip Fazıl'ın 12 Eylül hakkında yazdıkları sadece küçük bir detay. Türk sağının otorite, devlet ve askerle olan imtihanını resmeden bir detay... Daha genelde sağın Soğuk Savaş yıllarında devletle ve uluslararası anti-komünist hareketle ilişkisi, 1970'li yıllarda da şiddetle ilişkisi hem karanlık, hem sorunlu. Bence sağın tarihi de yeniden yazılmalı...
(ZAMAN gazetesinden alınmıştır)