Ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın 'yalnız ülkem' sözü doğru mu oluyor ne?
Türkiye bölgesel siyasette güney ve doğu komşularıyla ciddi sorunlar yaşarken Batılı müttefiklerinden de 'beklediği' desteği almakta zorlanıyor. Daha dört yıl önce BM Güvenlik Konseyi üyeliğine 151 ülkenin oyuyla seçilen Türkiye, nasıl bu kadar hızla yalnızlaşır ki?
Komşularla işbirliğine, diyaloğa, sorunların müzakereler yoluyla çözümüne dayanan; güç gösterisi yerine 'yumuşak güç' unsurlarını öne çıkaran dış politika anlayışının ne kadar değerli olduğu, Türkiye içinden ve dışından neden büyük takdir topladığı herhalde şimdi daha iyi anlaşılıyordur. Dış politikada 'keskin sirke küpüne zarar' verir. Devleti, gücü, çıkar maksimizasyonunu öne çıkarmak yerine ekonomik ve sivil unsurların desteklendiği, içerinin örnek bir şekilde yeniden yapılandırıldığı, toplumların 'ortak çıkarları'nın gözetildiği 'eski günler' geride kaldı. Amerika'nın savaş ve işgalle Ortadoğu'da yapamadığını biz kendi başımıza yapmaya kalkıştık. İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan 'Küçük Amerika' olma tutkumuzla Osmanlı nostaljimizi harmanlayıp etrafımızda düzen kurabileceğimizi, rejimleri değiştirebileceğimizi sandık. Kendi sorunlarımızı çözmek, 'yumuşak karnımız'ı tahkim etmek yerine 'olduk, erdik, bildik' deyip bırakın bölgesel liderliği 'küresel liderlik' hevesine kapıldık.
Yanıldık. Son yıllarda konuşulan, model gösterilen, takdir edilen, dostluğu kazanılmak istenen Türkiye'nin nasıl bir Türkiye olduğunu unuttuk. Hem dolduruşa geldik, hem kendimizi doldurduk. Her alanda tam bir 'kalkış' (take off) aşamasında olan bir ülkeyi bölgede herkesle çatışır hale getirdik. Etrafımızı korkuttuk, ürküttük... Böyle bir durumda 'yalnızlık' kaçınılmazdır.
İşte BM'nin son Suriye toplantısı. Güvenlik Konseyi, Türkiye'nin taleplerine kulaklarını tıkadı. Ne Suriye'de zirve yapan şiddet ne de etrafa taşan insanî kriz konusunda somut bir karar alınabildi. Sorun, Suriye'deki krizden birinci derecede etkilenen ülkelerin sırtında kaldı. Başta da Türkiye'nin...
Aslında başa dönersek Türkiye'nin bu yalnızlığı biraz da kendisinin istediğini söyleyebiliriz. Suriye krizi çıktığında Türkiye, Esad'ı ikna edebileceğini düşündü. Böylece dış müdahale önlenebilir, olmazsa da en azından Arap Birliği üzerinden bölge kendi sorununu kendisi çözebilirdi. Suriye'nin Libya'ya benzemesinden korkuldu. Batılı devletlerin ve özellikle de Fransa'nın başı çektiği, Türkiye'nin kendi bölgesindeki bir süreçten bile dışlandığı bir süreç yerine 'bölgesel aktörler ve dinamikler' tercih edildi.
Bu arada Sarkozy'nin Fransa'sı ile giriştiğimiz rekabet bizi hızla Suriye muhalefetine her türlü desteği vermeye, hatta muhalefeti örgütlemeye itti. Paris'in Suriye muhaliflerinin merkezi olması ihtimali karşısında Esad'ı ikna edemediğimizi düşündüğümüz noktada öte tarafa savrulduk.
Bir yandan da Suriye krizinin 'bölge perspektifli' çözümünün mümkün olduğuna inandık. Türkiye diplomasisi Arap Birliği üzerine yoğunlaştı. Beklenilen, Arap Birliği ülkeleri ve Türkiye'nin bu bölgesel sorunda inisiyatif alarak küresel güçleri meseleye fazla müdahil hale getirmeden krizi çözmekti.
Olmadı. Bugün Amerika, İngiltere ve Fransa'nın krizi çözmeye yönelik etkin faaliyetlerde bulunmadığını söylüyoruz. Hatta bunların Esad rejiminin yıkılmasına ilişkin artık tereddütlerinin olduğu bile ifade ediliyor. Öte yandan Arap Birliği'nin Suriye konusunda asla etkin bir platform olmadığını da anlamış olduk. Ne planları etkili oldu, ne tehditleri. Bugünlerde Arap Birliği'ni çözüm arayışlarında ciddiye alan kimse kalmadı.
Şimdi Mısır da farklı bir girişim başlatıyor. Devrim sonrası süreci yaşayan Arap dünyasının en önemli ülkesi devre dışıydı büyük ölçüde. Bir süre içe kapanan Mısır, şimdi Mursi'nin liderliğinde bölgesel siyasete yeniden dönüyor. Suriye krizi için önerdiği 'dörtlü mekanizma (Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran) krizin başında Türkiye'nin bulmaya çalıştığı 'bölgesel' çözümün daha dar bir versiyonu. Her durumda Suriye'de diplomasiye inanan kalmadı zaten.
Suriye uzun süre bölgede kanayan bir yara olarak kalacak. Irak, İran ve Lübnan gibi ülkeler de bıçak sırtında. Böyle bir coğrafyada cazibe merkezi olmanın yolu demokrasiyi kurumsallaştırmak, açık toplumu tesis etmek ve ekonomik kalkınmayı sürdürmek. Biz hangi istikamete gideceğiz?
(Zaman gazetesinden alınmıştır)