Hâlâ gazetecilerin taciz, siyasetçilerin tehdit edildiği bir ülkede yaşamayı içime sindiremiyorum. Onca zamandır verilen 'demokrasi ve özgürlük' mücadelesinin geldiği nokta bu olmamalıydı.


28 Şubat'tan 14 yıl sonra aynı yöntemlerle, aynı kişilerin kullanıldığı, 'istihbarat-medya işbirliği'yle bazı aydınları itibarsızlaştırma ve hedef gösterme oyunu yeniden sahneleniyor. Ne değişti peki 14 yılda? Biz askerî vesayete karşı bir 'sivil devrim' olduğunu düşünüyorduk; yoksa Cengiz Çandar'ın öfkeli nitelemesiyle değişen sadece 'üniformalıların yerini üniformasızların aldığı bir vesayet' mi?


'İslamcı' olduğu iddiasını taşıyan bir gazetenin gazeteci meslektaşlarına yaptıkları ne herhangi bir değerle ne de gazetecilikle bağdaşıyor. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'e atılan iftiralardan söz ediyorum... Güya Şemdin Sakık, yazdığı bir mektupla bu isimlerin PKK bağlantılarını deşifre etmiş! Buram buram 28 Şubat kokuyor. O dönem bu tür yayınların, tezgâhların kurbanı olan insanların bugün aynısını başkalarına karşı yapmalarının izahı yok. Yapılanlar ne insafa, ne vicdana ne de İslam'a sığar... Benzer bir 'itibarsızlaştırma' operasyonunu bir ay kadar önce bir başka gazeteci, Ali Bayramoğlu için yapmıştı aynı gazete. Sırada kim var bilmiyoruz. Muhtemelen kendileri de bilmiyor...


Bu tür 28 Şubat benzeri uygulamalar mevcut iktidarın meşruiyetini zedeler. Sadece bununla da kalmaz; memleketin önünü açan, askerî vesayeti bitiren bütün olumlu icraatlarına da gölge düşürür. Hükümetten beklenen, eleştirel yazılar yazan üç beş gazeteciyi patrona şikâyet etmek yerine hedef gösteren, kişilik katliamı yapan bu tür bir gazeteciliğe dur demek olmalı.


Mesele sadece değerler ve gazetecilik ilkeleriyle de alakalı değil. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal, hedef haline getiriliyor. 28 Şubat'taki o andıç vakasından sonra Akın Birdal'ın silahlı saldırı sonrası ölümden döndüğünü unutmadık. Hrant Dink'in benzer bir medya kampanyasından sonra katledildiğini biliyoruz. Benzer karanlık girişimler şimdi de olabilir. Bu tür haberleri yaptıranların bir sonraki hamle planlarının da hazır olması kimseyi şaşırtmaz. Lakin, Çandar ve Cemal korkacak, sinecek, susacak insanlar değil. 'Dimdik duracağım ve mücadeleme devam edeceğim. Yazacağım, konuşacağım, bağıracağım'... diyen insanlar. Ancak şu notu düşelim; bu saatten sonra Çandar ve Cemal'in güvenliği bu hükümetin namusudur. Öyle sahip çıkılmalı...


Benzer bir 'namus meselesi' BDP için de mevcut. PKK son dönemde saldırılarını artırdı. Nafile, anlamsız saldırılar... Kürtlerin meşru taleplerine ulaşmalarına katkısı olmadığı gibi Türklerdeki öfkeyi de kabartmaktan başka bir işe yaramıyor bu saldırıların. İşte Foça'da şehit edilen genç askerler... Hangi vicdan, yoksulluğa bir de evlat acısı, eş acısı, baba acısı katmayı onaylayabilir? Amaç Türklerin öfkelerini kabartmak, devletin güvenlikçi yaklaşımını haklılaştırmaksa, PKK bunu başarıyor. İyi de, bunun Kürtlere bir faydası var mı? PKK'nın kayıpları da Kürt ailelerin öfkelerini kabartıyor. Ne devletin askerine yönelik saldırılar çözebildi sorunu ne de askerin PKK'lıları öldürmesi. Bu bir kısır döngü. Devlet klasik 'güvenlikçi' yaklaşımından vazgeçmediği gibi PKK da terör eylemlerini bırakmıyor.


PKK en son CHP'nin Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün'ü kaçırdı. Seçim bölgesinde köy köy dolaşan, halkın sorunlarına çözüm bulmaya çalışan bir milletvekilinden ne ister PKK? Örgüt, alanı kimseyle paylaşmak istemiyor. Ne AK Parti ne de başka bir parti veya kişi. PKK, Aygün'ü yerelde 'rakip' gördüğü için kaçırdı. Serbest seçimlerde halkın oyuyla milletvekili seçilmiş birisine elini uzatan PKK'nın siyaset namına söyleyecek bir sözü yoktur. PKK'nın gölgesinde siyaset yapan BDP'nin ise susmak gibi bir lüksü olamaz. Bugün itibarıyla Hüseyin Aygün, Kürt siyasetini Meclis'te temsil eden BDP için, BDP'de siyaset yapan sosyalistler için bir namus meselesidir.


'Sosyalist ve Alevi' olduğu bilinen Aygün'ün serbest bırakılması için BDP devletten daha aktif olmak zorunda. Siyasetin dokunulmazlığını, şiddete üstünlüğünü savunabilmeli...


Çandar, Cemal, Aygün... Güvenlikleri de, özgürlükleri de hepimizin namusu...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)