MİT müsteşarı Hakan Fidan\'ın savcılığa davet edilmesiyle başlayan kriz, hitama değilse de, sükuna ermiş gibi gözüküyor. Savcının görevden alınması, toplamda 12 polisin görev yerinin değiştirilmesi, komisyonun MİT müsteşarına yönelik her türlü soruşturmayı Başbakan\'ın iznine bağlayan yasayı geçirmesi, krizin ateşinin düştüğü izlenimi veriyor.
Ancak bu ateşin harının alttan alta devam etmesi ihtimali, doğrusunu söylemek gerekirse bendenizi hem korkutuyor, hem üzüyor. Geçtiğimiz hafta Cuma günü (10/02/2012) yazdığım yazıda bu planı \"hem zekice hem de ahmakça\" bulduğumu belirtmiştim.
Hala sözümdeyim, çünkü tamamen geçmiş ve sönümlenmiş olmasını dilediğimiz bu kriz, AK Partili olup cemaate sempati besleyen ya da cemaate mensup olup AK Parti\'ye oy veren milyonlarca insanı germiş ve üzmüşken; cemaatin ileri gelenlerine Başbakan Erdoğan dışında üstüne oynanacak isim öğütleyenleri, hükümet üyelerine de \"her taşın altından çıkıyor bunlar\" şeklindeki kışkırtmalarla kadrolaşma uyarısı yapanları, Ergenekoncuları, vesayetçi Türkiye özlemiyle yanıp yanıp sönenleri ve fitne fücurları sevindiriyor.
Kriz, kolu kanadı budansa da kökü kurutulamamış, emareleri tümden silinememiş, zihniyeti henüz yapıştığı kafalardan kazınamamış askeri vesayetin geri dönmesi umuduyla ellerini ovuşturup, olanları seyre duranları mutluluğa ve neşeye garkediyor.
Hala hükümetin icraatlarındansa, karargahın ışıklarını takip etmeye hevesli bulunan, medyadaki tüm değişimleri hükümetin ceberutluğuna yorma taraftarı olan bir medya sözkonusu Türkiye\'de... Bu hükümetin icraatlarıyla kazançlarına kazanç katmış ama yine de bir türlü tatmin olamamış, eski algılarına bir gram demokrasi, bir tutam yenilik fikri katamamış sermaye çevreleri, AK Parti\'nin gitmesi fikrini, para ve itibar kaybına yeğliyor hala ve bekliyor kenarda sabırsızlıkla... Bürokratik oligarşi, genç subayları biliyorsunuz, onlar da öte tarafta... Yani ki, hepsi ağzını açmış bekliyor işte orada...
Şunu koyalım; hükümet ile cemaat birbirinin nakizi değil. Bir tarafı mutsuz edecek bir ihtimal; emin olun ki, bütünün diğer parçası olan ötekini de mutluluktan havalara uçurmayacak. O yüzden bu krizi AK Parti cephesinden değerlendirip cemaati suçlayanlarla, cemaat tarafından bakarak AK Parti\'ye kabahat bulanlar argümanlarını yenilemeli, çünkü emin olsunlar ki, Ergenekoncuların gözünde; hepsi aynı kazanda kaynayan aynı çorbanın suyu, tuzu, biberi...
Daha önce de yazdım; siyaseti belirleme hakkını ve erkini elinde tutmak ve kullanmak isteyen hükümet, memleketin geleceğiyle ilgili karar alma ve o kararları herhangi bir zafiyete meydan vermeden uygulama konusunda tek etkili ve yetkili mercidir. Ve kimsenin, hele de aynı yolun yolcusu olduğunu iddia edenlerin, bu hükümetin memleketin geleceğiyle ilgili halis niyetinden şüphe duymak gibi bir lüksü yoktur. Ve MİT içindeki –kimsenin inkar etmediği- Ergenekoncu damara değil de, direkt olarak Hakan Fidan ve hükümetin politikalarına yönelik sigaya çekme görüntüsü veren uygulamalar, bir güvensizlik görüntüsüne sebep olmaktadır.
Ancak madem Başbakan geçtiğimiz günlerde \"dindar nesil\" hedeflediklerini ifade etmiştir, şu tespiti de ifade etmek farz olmuştur:
Bu ülkede, İslamcı olmakla, imanlı bir mümin olmak, üzülerek söylemeliyim ki bazen aynı anlama gelmez. Geçtiğimiz Pazar (12/02/2012) Nihal Bengisu\'nun Taşların Altında yazısında yeralan \"İslamcı oldunuz ama bir türlü dindar olamadınız mı?\" diye başlayan cümlesiyle hatırlattığı o imani tamam olmamışlıktan sözediyorum. Söylediklerim elbette çoğunluğu bağlamaz, ama sözgelimi rekabet üzere varolan bir meslek icrasında karşı karşıya geldiğiniz bir İslamcı\'nın, Allah\'ın emir ve nehiylerini unutabildiği bir an gelebilirken; cemaat mensubu insanlarda bu fire genelde daha az olur. Öyle zannederim ki, dünyanın hırgürüne daha az kapılırlar. Eleştirilecek yönleri bulunabilir ve vardır belki ama bir duyguysa mesele, bir cemaat mensubunun yanında kendinizi sonsuzca güvende hissedersiniz...
Yani ki, hükümetin bu ülkenin geleceğiyle, Kürt meselenin çözümüyle ilgili sahih niyetinden zerrece şüphem yoksa, cemaate yönelik tartışmalara girmek istemem; ama ahlaklı ve imanlı nesillerden sözedeceksek, yabana atılır, kolayca gözden çıkarılır bir alan işgal etmediklerine de şehadet edebilirim. Siz de edersiniz.
Yenilenen ve büyüyen Türkiye fotoğrafının tam önünde; hedef, amaç ve ideal birlikteliği oluşturması ve kendi alanlarında kalması beklenenlerin, Elias Cannetti\'nin ünlü başyapıtındaki gibi baktığını göremeyecek hale gelmesi, yani insanın ve kendinin sınırlarına karşı körleşmesi, şu durumda gerçek olabilecek en kötü senaryodur.
İki kere dikkat, çünkü sadece tezgaha gelen taraf değil, sonuçta bütünün öteki tarafı da dahil olmak üzere herkes kaybedecektir.
Ve dahi, güç yanılsamasının aldatmadığı ve kibre sürüklemediği, sadece kendine yöneltmediği bir mümin, ancak ve gerçekten mümin olabilir. Yolu, yordamı, yöntemi, hareket alanı ve nüfuz coğrafyası birbirinden farklı olan herkes için bu geçerlidir. Böyle...
(Yeni Şaak)