Biz bu ülkeye mümkün olduğunca uyum sağladık. Evlatlarımıza da örnek olmaya çalıştık.
Mesela sarı ışıkta geçmedik, araba kullanırken cep telefonu kullanmadık, sıramızı beklemeyi 35 yaşından sonra da olsa öğrendik.
Halıları camdan silkelemedik, bol bol teşekkür ettik, özür diledik.
Aferin bize.
Ama işte genler zorlamaya gelmiyor. Çakma sarışın olmak gibi birşey bu. İllaki dipler koyu renk çıkıyor.
Bazen “o kadar vergi veriyoruz, temizlesinler ayol” damarım tutuyor.
Yine böyle bir günde, 11 yasındaki kızım Ayşe ile alışverişten dönerken yediğim elmamı, “çöpçüler almazsa en kötü ihtimal sincaplar yer” diyerek hafif aralık camımdan yavaşça dışarı bıraktım.
Neden bilmiyorum, sanırım “Alayına isyan!” saatimdi.
Ayşe'ye döndüğümde yüzü beni çok korkuttu. Nerdeyse yere düşmüş bir çene, kocaman açılmış ve yaşarmış gözler…Uçan daire görmüş gibi bana bakıyor.
“Anne, sen naaptın? Ekolojik dengeyi altüst ediyorsun. Şimdi yeryüzünde sular bitecek ve hepimiz öleceğiz!!!”
Allahım, kızıma okulda ne öğretiyorlar ki?
Sadece “koçan… sincap..” kelimleri çıktı ağızımdan. Onun yıkılan dünyasını ve içine yayılan paniğini nasıl toparlayacağımı düşünmeye başladım.
Keşke uçan daire görseydi diyorum, en azından “tanımlayamıyorum” der çıkardım işin içinden.
Bir yandan kızımın moral bozukluğu iyice artıyor diğer yandan gözümün önüne gelen apokaliptik dünyaya engel olamıyorum.
Benim attığım elma koçanı yüzünden dünya yok olmuş ve hiç su yok. Denizler kurumuş, yağmur yok, toprak yok. Nasıl olmuşsa Ayşe ve ben hayatta kalmışız. Sanırım Allah, sebebi olduğum bu sona şahit olmamı istediği için ben hala buralardayım. Koskoca dünyada 2 Hidrojen, 1 oksiyen kalmamış. Yaşayan hiç bir varlık olmadığı için etraf Zombi dolu. Ama neticede onlar da aç ve dünyada kalmış 2 et parçasının peşindeler. Neyse macera büyük.
Yoğun bir suçluluk duygu içerisinde Ayşe'ye dönüyorum ve ona, yaptığımın yanlış olduğunu ama kafam çok dolu olduğu için bir an boş bulunduğumu, söz bir daha yapmayacağımı, ekolojik dengeye bir daha zarar vermeyeceğimi söylüyorum. Affediyor beni.
Yaşı küçük bu kadarı onun için yeterli ama aslında ben soyle demek istedim:
“Yavrum ben 30 yıl boyunca, “doktor ne anlarmış” diyen bir toplumda büyüdüm. Bizim “kurala kural demem ben koymadıkça” diyen apartman yöneticilerimiz vardı. Bizde kırmızı ışık tamamen insiyatife kalmıştır. Saklambacın kuralları bile oynayanlara göre değişir.
Ekolojinin bir denge gerektirdiğini biz üniversitede öğrendik ve hiç de takmadık.
Yöresel yemekleri bile kendimize göre uyarlayan bir toplumuz.
Biz tümden gelen insanlarız. Önce felaketleri yaşarız, alınması gereken önlemleri öğreniriz ve de bir güzel almayız.
Hangi ekolojik denge? Dur bir dünya yok olsun bakarız çaresine….
Çoğumuz tüm bunların yanlış olduğunu biliyorduk. Kendimizce direnerek büyüdük. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için gayret ettik.
Sanki başardık da…. Bak, elma koçanı hikayesi olmasa, kurallara uyduğumu bilirsin.
Ama Ayşe’m, bir yere kadar… Bendeki de gen.
Ara sıra isyankar davranışlarımı hoş gör, sadece bir koçan ile yargılama beni.”
Ama diyemedim… En iyisi onun koruduğu dünyasına hiç dokunmamak diye düşündüm.
Tertemiz bir Dünya’da mutlu haftalar.